Buhara gezimizi tamamladıktan sonra Harezm Bölgesinin idari merkezi konumunda olan, Hiva (Khiva) şehrine doğru sabah erken saatlerde yola çıktık. Buhara-Hiva arası 450 km ve yolculuğumuz yaklaşık 6 saat sürecek. Yolculuğumuzu uyuyarak, telefonlar ile meşgul olarak vakit geçirirken bizi asıl heyecanlandıran Maveraünnehir Bölgesini kaplayan İpek Yolu üzerinde yer alan ve dünyanın 11.si olan Kızılkum Çölünden geçmekti. Maveraünnehir (nehrin ötesi); Amuderya (Ceyhun) ve Siriderya (Seyhun) arasında kalan Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Kırgızistan’ın bulunduğu bir bölge olup çölün ana kısmı Özbekistan topraklarında, Kazakistan’da ve kısmen Türkmenistan’da bulunuyor.

Çölden geçerken yolların yapılmış olması sadece çok az bir bölümünde kötü olması bizi çok sarsmadı hatta çok rahat yolculuk yaptık diyebiliriz. Tek sıkıntı belki de yol üzerinde ihtiyaç molası verilebilecek yerlerin kısıtlı olmasıydı. Mola verilen yerlerin de çok iç açıcı olmamasıydı. Yolculuğun en keyifli bölümü ise Amuderya nehrinden geçişimiz oldu. Burada 1964 yılında inşa edilmiş olan Özbekistan’ın Harezm ili ile Türkmenistan’ın Lebap ilini birbirine bağlayan mavi renkli asma köprüden yürüyerek geçmeyi rehberimize teklif ettik.

Köprü üzerinde otobüsün durması yasak olduğundan otobüs geçsin biz de yürüyerek gelelim dedik.

Ancak yerel rehberimiz köprü üzerinde yürümenin maalesef mümkün olmadığını, asker kontrolü olduğunu hatta resim bile çekmek yasak dedi. Ama bizler madem yürüyemedik en azından resim çekebiliriz dedik ve yaptık. 

Öğle saatlerinde güzel bir restoranda mola verdik ve yerel tatların keyfine vardık. Vee en keyifli bölüm ise Özbeklere has kerevet üzerinde dinlenmek. Hani bizim “onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine” diye başlayan sözümüzde geçen kerevet işte bu. Hiva’da bunlardan çokça göreceğiz.

Yola devam ederken gördüğümüz ama maalesef durmadan geçtiğimiz Cuma cami gerçekten muhteşem görünüyordu. Vakti olanlar durup gezebilirler. Yolda birkaç cami daha gördük.

İşte Khorezm şehrinin giriş kapısı kabul edilen yerde kısa bir fotoğraf molası verdik.

Hiva adı nereden geliyor derseniz? Hemen anlatalım.  Kuruluşu ve ismi hakkında bir efsane var. Bilirsiniz efsaneleri çok severiz.  Efsaneye göre; Hiva şehri Nuh peygamberin oğlu Sam zamanında kurulmuş. Sam uzun ve zorlu bir yolculuk esnasında çöllerden geçerken bir kuyu kazdırmış ve gece kuyunun başında uyumuş. Rüyasında kendisini 300 meşalenin çevrelediğini görmüş. Şimdi diyeceksiniz ki neden 300? .İşte onu bilemeyiz neyse efsaneye devam. Uyanınca burada yerleşiyoruz demiş ve şehir kurulmuş. Adına gelince; kuyunun suyu çok lezzetliymiş ve bu anlama gelen havah denmiş. Zaman içinde havah evrilerek hivah derken Hiva olmuş. Kuyunun hala İç Han Kale de olduğunu söylüyorlar.

Hiva’ya geldik.

Önce otelimize gidip kısa süreliğine dinleniyoruz. Rehberimizin belirttiği saatte şehri dolaşmaya çıkacağız. Otele geldiğimizde bizleri şarkılarla ve oyunlarla karşıladılar.

Otelde biraz dinlendikten sonra şehri keşfe çıktık. Gün boyu o kadar uzun yolculuk yaptık ki biraz yorulmuştuk ama bu yorgunluğumuza rağmen odaya bavulları attık, şehrin sokaklarında dolaşarak ön fikir edindik. Burası yürüyerek gezilecek kadar küçük. Her yerde alabileceğiniz hediyelik eşya standları var. Bu hediyeliklerden en özeli belki de buraya has olan çugurma şapkalardır. Bu şapkalar Harezmlilerin ulusal başlığı olup erkekler için uzun bir kürk şapkadır ve görünümü antik Harezm tarihini yansıtır. Görüntüsü çok sıcak olur yazın nasıl kullanılır diye düşünebilirsiniz. Ama bu başlığın başlıca avantajlarından birisi, genellikle hafif olan bu şapkanın altında özel bir mikro iklim yaratılmasıdır. Yaz aylarında çugurma aşırı ısınmaya, kış aylarında ise soğuğa karşı koruma sağlar.

Daracık sokaklar arasından geçerken ilk düşüncelerimiz karşımıza çıkan tarihi yapıları kalacağımız kısa sürede gezebilir miyiz oldu. Bu sırada meydanda yoğun bir festival hazırlığı vardı.

Şansımıza gittiğimiz günlerde Hiva’da IV.Uluslararası Bakhshi Sanat Festivali (26-28 Nisan 2025) vardı. Akşam otele dönmeden açılışı izlemeye gittik. Festival görkemli bir açılış töreni ile başladı. Ülkemizin de katıldığı festival gerçekten çok renkliydi.

Dinlenmek üzere otelimize dönüyoruz. Hiva’da İç Kale içerisinde Pakhlavon Otelde konakladık. Oda+kahvaltı konsepti ile konakladığımız otel güzeldi.

İç Kale iç ve dış surlardan oluşmaktadır. Kale 4 kapıya sahiptir. Kuzey kapısı (Bagcha Darvaza), Güney Kapısı (Tash Darvaza), Doğu Kapısı (Palvan Darvaza), Batı Kapısı (Ata Darvaza). Kapıdan girince duvarda turkuaz ve toprak rengin kullanılan taşlar üzerine çizilmiş İç Han Kale haritasında görebilirsiniz. Bu harita gezmek için de çok yararlı.

Doğu Kapısı-Palvan Kapısı: Halk arasında Poşşob (Jallod) Kapısı veya Köle Kapısı olarak da bilinir. Bu kapı, Özbekistan’ın Hiva şehrinin ana girişidir. Ticaretin yoğunlaştığı bir kapı olarak öne çıkan Palvan Kapı, bir dönem esir ticaretinin yoğunluğu ile ün salmış. Kapı, adını 13. yüzyılda yaşamış, üç yüzden fazla kıtanın yazarı ve şehrin savunucusu olan Hiva şairi Pehlivan Mahmut  (veya Polvon Mahmud)’dan almıştır.

Kapının iki tarafında çiçek minareleri vardır, üst portal kemerini mavi ve koyu mavi bir mozaik resim kaplar. Giriş kapısının üzerindeki tabela, konuklara kapının 400 yıldan daha eski olduğunu ve bu mimari anıtın devlet koruması altında olduğunu hatırlatır. Bu kapıdan girişler biletle. Yani giriş ücreti veriliyor. Ama festival günleri olduğu için turnikeler kapalıydı. Herkes rahatlıkla girip çıkıyordu.

Batı Kapısı-Ata Darvaza (Ota Darvoza), İç Kale’nin ana giriş kapısı olup Şermuhammed Kapısı olarak da bilinir. Ata Kapısı 1804-1806’da pişmiş tuğladan yapılmıştır. Kapı 10 m uzunluğunda, 4 m genişliğinde, ana giriş şehrin savunma sisteminin bir parçası olup geçidin her iki tarafında gözetleme kuleleri bulunuyordu. Bu kapıdan girişler ücretli yani bilet almanız gerekiyor. Ancak festival olduğu için turnikeler kapalı. Herkes rahatlıkla girip çıkıyordu.  

Başka bir zamanda gelirseniz ve giriş ücreti vermek istemezseniz  Güney Kapısı (Tash Darvaza)’dan girebilirsiniz. Bu kapı daha çok yerel halkın kullandığı kapı olduğu için giriş ücreti verilmeden girip çıkılabiliyor.

Hiva eski şehri İç Han Kale ve Dış Han Kale diye ikiye ayrılmış. İç Han Kale 10 m yüksekliğinde, birçok kereler yıkılıp yeniden yapılan kalın duvarlar içindedir.

Surlar 5-6 yy’da inşa edilmiştir. İç Han Kale’de göreceğimiz binaların çoğu orijinal görünümlerini korumuş. Daracık taş döşeli sokaklar, minareler, camiler, medreseler ve hücreleri ile İç Han Kale, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilmiş.

Surların iç tarafında görülen mezarlar ilgi çekici. Harezm bölgesi halkı, suyun yer zeminine yakın olmasından dolayı yüzyıllardır ölen kişileri yerin altına değil; yer üstüne inşa ettikleri kabirlerin içine defnediyormuş. Yer altı su varlığı bakımından zengin olan bölgede, suların zemine çok yakın olması mezar kazma ve defnetme işlemlerini zorlaştırdığı için mezarlar toprağın altı yerine üstüne inşa edilen kabre konuluyormuş.

Kaltaminor bir anıt minaredir. Hemen yanı başında, şu anda otel olarak kullanılan Muhammed Emin Han medresesinin ön tarafında yer alır ve bazen medresenin bir parçası olarak kabul edilir.

Kaltaminor, Hiva Hanlığı hanı  Muhammed  Emin  Bahadur  Han tarafından Müslüman dünyasının en büyük ve en yüksek minaresi olarak planlanmıştır. Plana göre minarenin yüksekliği 70-80 m olacak ve çapı yükseklik arttıkça keskin bir şekilde azalacak, bu da minarenin sağlamlığını artıracaktı. Bazı kaynaklar 110 metreye ulaşmasının planlandığını belirtmektedir.

İnşaat 1852’de başlar ve minarenin yüksekliği 29 m’ye ulaştığında 1855’te aniden durur. Hiva tarihçisi ve yazarına göre, Muhammed Emin Han’ın 1855’te Serahs yakınlarında bir savaşta ölmesi nedeniyle inşaat tamamlanamamıştır.

Itchan-Kala (İç Kale)’ye Batı Kapısından girdikten hemen sonra Muhammed Amin Han Medresesi bizleri karşılıyor. Günümüzde medrese turistik hizmet ve sergi alanı olarak kullanılmaktadır.

Hiva turizm kompleksi oteli de burada yer almaktadır. Gelin hem medreseyi gezelim hem de geçmişe uzanalım. Muhammad Emin-khan Medresesi, Hiva’nın en önemli simgelerinden birisi olup Orta Asya’nın en büyük medresesidir. Hiva hükümdarı Muhammad Emin-khan’ın emriyle 1851-1854 yılları arasında inşa edilen bu iki katlı bina 125 öğrenciyi barındıracak şekilde tasarlanmış 260 khudjra (hücre) içerir.

Genelde medrese odaları tektir ancak burada her hücre iki odalı inşa edilmiş ve ikinci kattaki odalara balkon ilave edilmiştir. Balkon sistemi başka hiçbir yerde olmayıp sadece buraya aittir. Medresenin iç kısmında büyük bir avlu ve avlunun içinde bir su kuyusu bulunuyor.

Medrese 1990 yılında Itchan Kala’nın bir parçası olarak UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilmiştir. Medreseyi gezdikten sonra kapı önünde bulunan tahtta ücret karşılığında çumurga şapkası giyerek fotoğraf çekinebilirsiniz.

Itchan Kala (İç Kale)’nın ortasında, batı kapısı (Ota darvoza) ile doğu kapısını (Polvon darvoza) birbirine bağlayan yol üzerinde yer alıyor. Kubbesi ve avlusu bulunmayan, Orta Asya’daki en eski cami olup 17 sıra halinde 212 ahşap sütunuyla Endülüs’teki  Kurtuba Camisi’ne, Afyonkarahisar’da ki Ulu Cami’ye benzeyen camide yaklaşık 2 bin kişinin aynı anda namaz kılabilmekte.

Sütunlar o kadar muntazam yerleştirilmiş ki minberden bakıldığında hiçbir sütun bir diğerini kapatmaz ve cemaatdeki her kişi imamı görebilir. Mescidin sütunları da birbirine benzemez, her biri özel bir şekilde oyulmuş ve ayetlerle donatılmıştır. Caminin içinde ayrıca küçük kubbeli bir şadırvan da bulunuyor. Caminin ortasındaki bu yapı kışın abdest alırken ılık su temin etmek için düşünülmüş. Ortadaki kazana su konuyor, kenarlarda içine kireç konulan oluklar var. Bu oluklar kazanın altından da geçiyor. Kirecin üzerine su atılınca kireç kızıyor, kazandaki su ılınıyor. Günümüzde müze olarak kullanılan camide şadırvanda ki kuyuya para atılıyor.

Cuma Camii’nin ortasında çiçekli bir bölüm bulunuyor. Burası karlık denilen havuz. Karlık havuzu nedir? derseniz; Tavanda biriken karlar kürenerek bu havuza doldurulur. O kar yaz geldiğinde sıcak nedeniyle erirken ortamın ısı ve nemini ayarlayarak hem klima görevi görüyor hem de ahşap aksamı koruyor.

İslam Hoca Kompleksi, 20. yy’ın başlarından kalma olup, her ikisi de İsfandiyar Han’ın Başbakanı İslam Hoca’ya adanmış bir minare ve bir camiyi kapsar. Özellikle kompleksin minaresi Hiva’nın bir sembolü olarak öneme kazanmıştır. İslam Hoca Minaresi 56.6 m yükseklikte tepeye doğru incelir. Minareyi süsleyen mavi ve beyaz seramiklerden oluşan dekoratif kemerler, tepesinde kemerli bir fener ve görkemli bir altın taçla son buluyor. Minarenin tabanın çapı 9.5 m’dir. Minareye çıkmak isterseniz çok dik ve aralıkları fazla olan basamaklardan çıkmanız gerekir.

Minarenin hemen yanında, 42 hujra (öğrenci hücresi) ve geniş bir kubbeli salondan oluşan İslam Hoca Medresesi yer almaktadır.

Registan Meydanını yani kumlu meydanı geçiyoruz. Meydanın en önemli eserlerinden biri Kohne Ark’a geldik. İlk girişteki tarihi kalıntılar ve ne olduğunu anlatan bilgi panosuyla karşılaştık. Kale inşaatının 1688’de tamamlanmasından sonra İçhan Kale’nin batı ucunda yer alan Köhne Ark, Hiva hanlarının sarayı olarak kullanılmış.

Köhne-Ark, Içan-Kale’den yüksek bir tuğlalı duvarla ayrılmış bir tür “kale içinde kale”. Bu yapı, sadece bir ikametgâh değil; aynı zamanda bir yönetim merkezi, mahkeme salonu, cami ve gözlem kulesini barındıran kompleks bir yapı.

Yazlık ve kışlık camileri olan Kohne Ark’ın kışlık camisi müzeye çevrilmiş ve Özbekistan tarihi hakkında sunumlara yer verilmiştir.

Sunumları izledikten sonra Açık Hava Camisine ve kabul salonuna geçtik.

Özbekistan’da yazları çok sıcak, kışları da çok soğuk olduğu için yazlık bir cami ile iç kısımda bir de kışlık cami inşa edilmiş.  Mavi ve Turkuaz çinilerle süslenmiş bu avlu ve cami harika.

Kabul salonu süslemeleri çok dikkat çekicidir. Kabul hanenin üç kapısı bulunmaktadır. Kapı süslemelerine dikkat edilirse farklı oldukları görür. İlk kapı süslemesinin güzelliği ile hemen dikkat çekmektedir. Ortadaki kapı, ilkine göre daha az gösterişli, üçüncüsü ise diğerlerine göre daha sade yapılmıştır.  Böyle olmasının nedeni gelen misafirlerin zenginliği ve statüsüne göre farklı kapılardan girişleri gerçekleşmekte ve böylece hana gelen kişiler hakkında ön fikir sağlanırmış. Girişteki mozaik süslemeler ve hanın tahta çıktığı taht salonu burada ki yaşamın ihtişamını gösteriyor. Caminin muhteşem çinilerine hayran kalan halk çini ustasına; “Bunları sen yapmış olamazsın, yapmışsan da insan olamazsın kesin cin olmalısın” demişler ve çini ustası Abdullah’a cin lakabını takmışlar.

Kabul salonuna karşımızda hayli büyük ve geniş çok renkli bir taht var. Han’ın ilk tahtı ahşapmış. Hiva’lı Muhammed usta tarafından 1816 yılında yapılmış. Ahşap taht Bolşevik istilasında alınıp Rusya’ya götürülmüş. Halen Moskova Askeri Müzesinde sergileniyormuş.

Hocaş Mahram Medresesi, 1839-1840 yılları arasında Hive Hanlığı’nda Allah Kuli Han döneminde, gümrük müdürü Hocaş Mahram’ın masraflarıyla 30 öğrenci için inşa edilmiş olup aynı zamanda Hocaş Mahram’ın isteği doğrultusunda gümrük memurlarının yetiştirilmesi için de tasarlanmıştır. Şu anda medresenin yerinde bir ahşap oyma okulu faaliyet göstermektedir. 

Üç Evliya Türbesi 1549 yılında  inşa edilmiş Taşhovli Sarayı’nın batı kesiminde yer alan bir mimari anıttır. Türbenin mimarı olan Üstad Abdullah bin Said’in adı, giriş kapısında yazılıdır. Anıt “azizlere” ithaf edilmiştir ve türbe üç kutsal şeyhin (Baki, Maksud ve Latif) adlarıyla anılmaktadır. Kitabelere göre türbe 1821-1822 yıllarında yenilenmiştir.

Türbe, tek odalı, murabba çatılı, pişmiş tuğladan inşa edilmiştir. Zemin de pişmiş tuğladan yapılmıştır. Türbe tek kubbelidir ve temeli yerden 2 m kadar aşağıdadır.

Türbenin geniş odasında 6 mezar bulunmaktadır. Kapıdaki kitabelere bakılırsa, bu mezarlardan biri Mir Hüseyin’e ait olmalıdır. Giriş kapısının üzerindeki Farsça Nasta’lik yazıyla yazılmış beyaz mermer bir taş, Şeyh Latif Camii’nin torunu Nazar Hoca tarafından restore edildiğini belirtmektedir.

Üç evliyanın türbesinin önündeki Ayvan Camisi, Rahimkulikhan’ın oğlu İsa Tora tarafından yaptırılmıştır.

Medreseyi Muhammed Emin Han 1785 yılında yaptırmış. Günümüzde bilim adamları müzesi olarak kullanılıyormuş.

Burada değerli bilim insanlarının heykelleri bulunmakta. İbn-i Sina, Algoritma konusunda çalışmalar yapan Al Khorezmi, Tefsir ve Arapça ilmi ile uğraşan Zamakhshariy ve Matematikçi ve Coğrafya alimi Abu Rayhon Beruni.

Medresede ayrıca Köykırılgan Kalesinin, Uluğbey Gözlemevinin maketlerini, tıp kitaplarının örneklerini görebilirsiniz.    

Üzerinde kime ait olduğu yazılı çok güzel anıt mezarların önünden geçiyoruz. 

Toshhovli Sarayı veya Tach Khaouli Sarayı yani Taş Saray İç Kalede 19. yy’ın ilk yarısında Hiva’nın iç şehrinin doğu kesiminde bulunan dikkat çekici bir mimari komplekstir. “Taş ülke arazisi” olarak bilinen bu saray dikdörtgen bir plana sahiptir.

Sarayın tamamı 1990’dan beri UNESCO dünya mirası alanıdır. Saray,  Hiva Hanlığı hükümdarı  Allah Kuli Bahadur Han için 1830-1841 yılları arasında inşa edilmiş olup, üç avlu etrafında 260’tan fazla odadan oluşmaktadır. Harem, ilk inşa edilen bölüm olup, her biri oyma ahşap sütunlarla desteklenen beş locanın bulunduğu dikdörtgen bir avlu etrafında düzenlenmiştir.

Localardan dördü Han’ın dört meşru eşine, beşincisi, yani en büyüğü ise Han’ın kendisine tahsis edilmiştir.  Haremin yapılması için Hive Hanı Allah Kuli Khan bana güzel bir saray yapacaksınız, 4 eş ile bir eve sığamıyoruz.  Bize bir saray yap ama 1 senede bitir demiş. İlk mimar Nur Muhammed önce itiraz etmemiş sarayı yapmaya başlamış ama 1 senede bitecek gibi değil. Han’a gidip sarayı bir sene de asla bitiremem demiş. Biz idam edildi dedik ama mimarı çarmıha germişler.  Bu olaydan sonra sarayın inşaat yarım beklemiş. Bu bekleyiş tam 3 yıl sürmüş. Yapıma 1830 da başlanmış ama 1833’e kadar beklenmiş. Keşke ilk mimar yapıma devam etseymiş. Neyse 3 yıl sonra başka bir mimar gelmiş. Ama bu sefer gelen mimar daha akıllı . Büyük Han’ ım ister öldür ister kes ben bu sarayı 6 yıldan önce bitiremem demiş. Han mecburen ikna olmuş   ve 6 sene içerisinde saray inşa edilmiş.

Saray, hanın kardeşlerine ve akrabalarına ev sahipliği yapmıştır ve batıya ve güneye bakan iki kapısı vardır. Tüm yapılar yüksek kaliteli tuğlalar kullanılarak inşa edilmiştir ve sarayın çit duvarları, duvarların düzlüğünden öne çıkan yüksek, orantılı kulelerle süslenmiştir.

Sarayda avlular ve binalar koridorlardan oluşan bir labirentle birbirine bağlanmıştır.  Labirente girip okarlı takip ediyoruz ama nereden girip nereden çıkıyoruz hiç belli değil. Bir baktık mutfak gereçleri, tabak, çanakları varmış atladık, sonra başka bir kapıdan girdik hemen duvar dibinde tahta bir sütun başlığı. Sonra galiba sağa döndük karşımıza araba ve tekerlekleri çıktı. 

Karşımıza çıkan camekan içerisinde ki fayton araba. Tabelasında “Faytun Arava” yazıyor. Fayton araba 1876 yılında Çarlık Rusya’sı İmparatoru II. Aleksandr’dan Hiva Hanı II. Muhammed Rahim Han’a (Feruz) hediye edilmiş.

Bir başka avluya geldik.  Bu gezdiğimiz Han’ın misafirlerini ağırladığı Mehmon Khona-Misafirhane- yurtluk dedikleri yer. Orta yerde küçük ve sade bir çadır kurulmuş.

Bu kadar labirent neden yapılmış diye düşünürken aklımıza herhalde düşman hanı hemen bulamasın, ya da cariyeler kaçamasın ama en muzip düşünce ise Han’ın o gece hangi cariye ile olacağını kimse bilemesin oldu.

Sarayın bir de müzesi var. Harezm Ulusal Kostüm Müzesi “Xorazm Milliy Liboslari Müzesi”. Maalesef kapalı olduğu için gezemedik.

Hive’ de kubbesi renkli tek tarihi yapı. 14. yüzyıl’da yaşamış olan Pehlivan Mahmud bir şair ve sırtı hiç yer görmemiş çok güçlü, cesur bir güreşçidir.  Yenilmez bir güreşçi olarak kahramanca gücü ve insanları iyileştirme yeteneğiyle ünlüydü. Bu külliye, Hiva’da “Hazreti Pahlavon Pir” olarak da bilinir. Pehlivan Mahmud, vasiyeti üzerine kendi deri atölyesine defnedildi. Zamanla burası saygın bir hac yeri haline geldi ve daha sonra onun adını taşıyan bir külliye inşa edildi.

Türbe, zamanla, Hive’deki en büyük kubbeye sahip, eğimli bir tepeye sahip, mavi sırlı çinilerle kaplı muhteşem bir yapıya dönüştü. 

Allah Kuli Handöneminde bina seramik çinilerle süslendi. Türbenin içi çok güzel – tavandan duvarlara kadar özenle işlenmiş turkuaz mavisi çinilerle kaplı.

Alia Kuli Han’ın yeraltı türbesi de ana salonun sağında yer almaktadır.

Han’ın aile üyelerini buraya gömmeye başladılar ve türbe alanı doğuya ve güneye doğru genişletildi. İbadet yeri olduğu için omuzlarınızı ve başınızı (kadınlar için) örtmeniz gerekiyor. İçeriye ayakkabısız giriyorsunuz.

Burası Itchen Qala bileti kapsamında değil ve 24 saat geçerli ayrı bir bilet satın almanız gerekiyor.

Kale içerisinde anıtsal yapıları gezerken değişik heykeller görüyoruz. Tabi ki hepsinin değişik anlamları ve yapılış nedenleri var.

Hiva’da kaldığımız Pakhlavon Otel İç kale içerisindeydi. Otelden çıktığımızda kale içerisi yürüyerek keşfedilir. Eğer yürümek istemezseniz (ama bizim tavsiyemiz yürüyerek keşfedin) arabalar ile de gezebilirsiniz.

Hiva’da gezerken her köşede şarkılar söyleyen değişik gruplar görebilir, aralarına katılarak dans edebilir, eğlenebilirsiniz

Hiva’dan ayrılmadan Özbekistan’a özgü şapkaların yanı sıra değişik hediyelikler alabilirsiniz.

Hiva- İç Kale’yi gezmek için sizlere önereceğimiz görseller var. Gerçekten elimizde olunca çok rahat gezebildik.

Hiva gezimizi medreseler, camiler, türbeler, müzeler derken tamamladık. Yarın erkenden tekrar Buhara’ya dönüyoruz. Yaklaşık yine 6 saat yolculuk sonrası Buhara’ya ulaşıyoruz. Göremediğimiz yerleri gezeceğiz. Biz Buhara’da gezdiğimiz yerleri sizlerle Buhara’da gezilecek yerler dosyamızda paylaştık. Buhara’da 1 gece konakladıktan sonra Semerkand için yol çıkıyoruz. Semerkand’da görüşmek üzere.