Tunus gezimizde mavi kapı pencereleri ile ünlenmiş bir kasabaya gidiyoruz. Tunus’a sadece 20 km uzaklıkta olan bu şirin kasabaya geldiğimizde kendimizi sanki Bodrum, Santorini ya da Şafşafan’da gibi hissettik. Deniz mavisi bembeyaz evlerin kapı ve pencerelerine yansımış ve kasabanın sembolü olmuş.

Yavaş yavaş Arnavut kaldırımlı sokaklardan yokuş yukarı gitmeye başlıyoruz. Sağımıza solumuza hayranlıkla ama çok şaşırmadan bakarak giderken rehberimiz buranın isminin  burada yaşamış bir din adamı olan Ebu Said el Baji’den geldiğini söyledi.

Sadece 5000 kişinin yaşadığı bu şirin kasaba turist yoğunluğundan nüfusunu oldukça aşmış durumda. Kalabalıktan ve sıcaktan yolda yürümek çok zor.

Videolar You Tube Kanalımızda. Kanalımıza (ücretsiz) abone olmayı unutmayın. Bizi Instagram hesabımızdan takip edebilirsiniz.

Tunus körfezine bakan bu şirin kasabanın evlerinin kapı süslemeleri ayrı güzellikte. Evlerden sarkan ve fuşya rengindeki begonvilleri, palmiyeleri ve renkli çiçekleri ayrı güzellikte.

Kapılarda El Fatima elini ve farklı tokmak çeşitleri görüyoruz. Bazı evlerin kapısında üç ayrı tokmak bulunuyor. Biri beyler, biri hanımlar ve alt kısımdaki ise çocuklar için. Tokmaktan gelen sese göre ev sahibi kapıdaki misafiri karşılıyormuş. Bu usulü daha önce gezdiğimiz birçok şehirde de görmüştük.

https://www.youtube.com/shorts/SWAukZOOb-4?feature=share

Yolları keşfetmeye devam ederken kasabanın 1207 yılında kurulduğunu ancak 18.yy’dan sonra zengin Tunus’lu ailelerin bu güzel yeri keşfetmesiyle canlanmaya başladığını öğreniyoruz.

Peki diyeceksiniz ki kasabanın mavi-beyaz olmasının sebebi ne?

Burada 1920 yıllarında yaşayan Fransız Ressam Baron Rodolphe d’Erlanger kendi konağını mavi ve beyaz renge boyuyor. Bu durum bölge halkının hoşuna gider ve onu takip ederek evlerini mavi ve beyaz renklere boyamaya başlar. Kasaba zaman içinde ününe ün katar, yerel ve yabancı sanatçılar için hem ilham kaynağı, turistler ve gezginler için ise vazgeçilmez görülmesi gereken rotalar arasına girer.

Yani Baron Rodolphe d’Erlanger için Sidi Bou Said’in kaderini belirleyen kişidir desek hiç de yanlış olmaz. Bu nedenle Sidi Bou Said denince akla ilk o gelir. O dönemden sonra Sidi Bou Said bir yazar ve sanatçıların yaşadığı, kısa dönemde olsa uğradığı bir yer olarak ün yapmaya başlamış. Bu sanatçılar arasında Aleister Crowley, Paul Klee, Gustave-Henri Jossot, August Macke ve Louis Moillet, Yahia Turki, Brahim Dhahak, Ammar Farhat adı sayılabilir. Fransız şarkıcı Patrick Bruel 1999 yılında çıkardığı Juste Avant albümündeki Au Café des Délices şarkısında Sidi Bou Said’i, özellikle de Café des Délices’i seslendirmiş.

Mavi-beyaz dünyasında ilerlerken karşımızda sarı renkli bir kapı. Hemen Nesli ve rehberimiz Bilgen poz veriyorlar.

Kasabada olması gerektiği gibi ama biraz da şaşırdığımız şey her tarafın çok temiz olması.

Yolda ilerlerken dükkanların önünden geçerken rengarenk yerel seramik tabaklar, seramik ürünler, halılar, kilimler, şallar, şapkalar, baharatlar acaba ne alsak sorusuna kolayca cevap veriyorlar.

Çarşı pazarı gezerken Cafe Sidi Chebaane’ye geliyoruz.

Burası Sidi Bou Said’in en güzel ve popüler kafelerinden biri.

Tepede ve muhteşem bir manzaraya sahip. Aşağıdaki küçük limanı ve kumsalı buradan görebiliyor. İsterseniz muhteşem manzaraya karşı (kimse kızmasın ama maalesef tadından zevk almadığımız) nane çayını içebilirsiniz. 

https://www.youtube.com/shorts/23t7dbfo6BA?feature=share

Buradan yavaş yavaş toplanma saatimiz yaklaştığı için aşağıya doğru iniyoruz. Kasabanın merkezinde ki bir başka ünlü kafeden geçiyoruz. Aynı zamanda sanatçıların uğrak yeri olan Cafe de Nattes’in önünde bir fotoğraf almadan olmaz değil mi?

Dükkanları gezerken kendimize ve arkadaşlarımıza hediyeliklerimizi alıyoruz.

Tatlı satan bir dükkanın önünde kısa bir mola veriyor ve Tunus’un ünlü halka tatlısı “Bambalouni” den alıyoruz.

Kasabayı gezerken eğer vaktiniz varsa tarihi bir ev olan Dar El Annabi Müzesi’ni ziyaret edebilir, yaz döneminde ise kumsaldan masmavi denize girip serinleyebilir, antik kentlere meraklı iseniz Sidi Bou Said’e 3 km uzaklıktaki Kartaca Antik Kentini görmeye gidebilirsiniz.

Dolaşmaktan biraz dinleneyim derseniz kafe Lella Alya’da nane çayınızı içebilirsiniz.

Tunus arkeolojisinin öncüsü Slimane Mostafa Zbiss’in “Sonsuz güneşin burnu” olarak tanımladığı bu şirin kasabadan ayrılırken Tunus gezimizin unutulmazları arasında yerini almıştı bile.

Videolar You Tube Kanalımızda. Kanalımıza (ücretsiz) abone olmayı unutmayın. Bizi Instagram hesabımızdan takip edebilirsiniz.