İsviçre gezimize Basel’den başlıyoruz. THY ile İstanbul’dan yaklaşık 3.15 saat süren bir yolculuk sonrası Euro Airport hava alanına geldik. Bu hava alanı öyle bildiğiniz hava alanlarından değil. Siz şimdi ne farkı var diyeceksiniz. Belki daha büyük, daha gelişmiş, daha modern diye düşünebilirsiniz. Maalesef bu hava alanı öyle büyük bir yer değil. Üç ülke tarafından ortak kullanılıyor olması onu özel kılıyor Bu hava alanı Basel’e 6 km, Fransa’nın şehri Mulhouse’a 22 km ve Almanya’nın şehri Freiburg’a ise 70 km uzaklıkta yani 3 ülkenin ortak hava alanı. Bu hava alanına indin, eğer yeşil pasaportlu isen ya da Schengen vizeni aldıysan 3 ülkeden birine git. Bütün yapacağınız tabelaları takip edip doğru kapıdan çıkmak. Pasaport kontrolü hiç sıkıntı yaratmıyor. 

Pasaport kontrolleri tamam, aracımızı almaya gidiyoruz. Türkiye’den internetten kiraladığımız arabayı alıp roadtrip yolculuğumuza başlayacağız. Biz araba yolculuğunu tercih ediyoruz. Yurt dışında ulaşım gerçekten çok iyi gelişmiş. Ama arabanın verdiği rahatlık ve özgürlük hiç birinin yerini tutmuyor. İstediğin yere istediğin zamanda gidiyor, istediğin kadar gönlünce geziyor, kahve molalarını kendin ayarlıyorsun. Yani bir yerlere yetişme telaşın yok. Aklınıza yurt dışında zor olmuyor mu diye bir soru geliyorsa. Cevabımız hayır. Siz trafik kurallarına uyduktan sonra, yanlış yerlere park etmedikten sonra hele hele hız limitlerine dikkat ettikten sonra hiç bir sorun yaşamazsınız. Araba kiralamada dikkat edilecekler ile ilgili yazımız size yardımcı olacaktır. İsviçre’de kalacağımız 2 haftalık sürede tüm konaklamalarımızı Booking.com’dan yaptık. Konaklama ile ilgilenenler için. Bizim için kahvaltı çok önemli olduğundan her zaman oda+kahvaltı konseptini, ücretsiz otopark seçeneklerini ön planda tutarız. Her şey tamam navigasyonu çalıştırdık ve otelin yolunu tuttuk.

Basel İsviçre’nin Zürih ve Cenevre’den sonraki en kalabalık üçüncü şehridir.  Dünyanın en iyi tenisçilerinden bizim de izlemekten çok hoşlandığımız ünlü İsviçreli tenisçi Roger Federer’ de Basel doğumlu.

Basel tarihi, kültürü, müzeleri, köprüleri, çeşmeleri ile renkli bir görüntüye sahip.

İçinden geçen Ren nehri şehri iki yakaya ayırmış. Büyük (Gross) ve Küçük (Klein). Klein Basel daha modern, iş merkezlerine yeni yapıların bulunduğu, Gross-Basel ise şehrin daha hareketli, turistik ve tarihi olan bölümü.

Şehrin iki yakasını birbirine bağlayan köprüler içerisinde en ünlüsü Mittlere Rheinbrück (Ortaçağ Basel Ren Köprüsü)’dür. Köprü 1226 yılında yapılmıştır. Ren nehri üzerine kurulan ilk köprüdür. Oldukça işlek ve kalabalık olan köprüden tramvay ve yayalara hizmet veriyor. Arada bisikletlilere de dikkat. Bu kadar kalabalık olması biraz tarihi görüntüsünü bozuyor. Şehrin en kalabalık yeri diyebiliriz.

Manzara her iki taraftan da muhteşem. Köprünün ortasında muhafız evi bulunmakta. Grossbasel’de köprünün başında Carl Burckhardt’ın “Amazone” adlı heykelini görebilirsiniz. Köprüde fotoğraf çekmek, aşağıda geçen tekneleri seyretmek, nehir kenarına oturmuş insanların dinlenmesi her şey mükemmel görünüyor.

Karşıdan gördüğümüz Basel Manastırı (Munster Basel Cathedral/Basler Münster) kırmızı rengi ile dikkat çekiyor. İsviçre ulusal miras listesinde bulunan tarihi doku.

Marktplatz: Şehrin kalbi, pazar yeri, buluşma noktası, toplanma alanı,

Rathaus (Belediye Sarayı)’ na ev sahipliği yapan meydan. Belediye Sarayı etkileyici mimari görüntüsü ve kırmızı rengi ile göz alıcı. Bu saray; 16. yy’da kırmızı kumtaşı kullanılarak inşa edilmiş, küçük yuvarlak kuleleri ve kemerleri var.  Resmi olarak kullanılan Belediye Sarayını her gün gezemiyorsunuz. Haftada belli bir gün turlarla gezebiliyorsunuz

Dışarıda ise kurulan pazarda çiçekçilerden, sebze-meyve satanlara, kıyafet satanlardan hediyelik eşyalara, yiyecek içecekten mantıcılara kadar her şey var. Doğal ürün çadırları kurulmuş, alışverişler başlamış bile. Bir mantı standının önünden Türkçe konuşarak geçerken hoş geldiniz diyen Adanalı kardeşimiz ile ayaküstü kısa sohbet keyifliydi.

Marktplatz’dan 6/8/10/11/16/17 numaralı hatlar geçiyor. Kolayca ulaşılabilir. Alışveriş yapmasanız bile atmosferi yaşamak için güzel bir yer. Hemen söyleyelim Basel’de Pazar günleri dükkanlar kapalı. Şehir tamamen alışveriş yönünden durgun moda geçiyor.

Marktplatz’dan Eisengasse caddesinden inerseniz çok güzel bir çeşme ile karşılaşırsınız. Zaten Basel’de birçok çeşme tarihi dokunun içerisine dağılmış durumda. Tramvay zaten şehrin vazgeçilmezi. Burada ayrıca Fischmarkt yani balık pazarı da bulunmakta. Balık sevenlerin dikkatine.

Zengin kültüre sahip Basel’de oldukça fazla müze bulunuyor. Kunstmuseum (Güzel Sanatlar Müzesi) Dünyanın en eski sanat koleksiyonuna sahip. Güzel Sanatlara meraklı olanlar için vazgeçilmez bir yer. Ayrıca Tinquely Müzesi, Kültür Müzesi (Museum der Kulturen- Etnografya müzesi;), Tarih Müzesi (Historische Museum) ve Ticaret Müzesi (Gewerbemuseum)’de şehrin ilgi çekici ve popüler müzelerinden. Basel’deki birçok müze, her ayın ilk pazarında ücretsiz. Biz bu kadar müzenin içerisinde tercihimizi ilgimizi daha çok çeken Tinguely Müzesi’nden yana kullandık.

Tinguely Müzesi oldukça ilginç bir müze. Hem bahçesi hem de müzenin içi ilgi çekici. Solitudepark’ında bulunan müzeye gittiğinizde arabanızı park edebileceğiniz Tinguely otoparkı var. Hemen otoparktan yolun karşısına geçerek müzeye ulaşıyorsunuz. Ressam ve heykeltıraş Jean Tinguely‘nin çalışmalarının sergilendiği müze 3 Ekim 1996’da açılmış.

Müzenin bahçesinde dolaşıyoruz. Bahçe çocuklarınızla güzel vakit geçirip dinlenebileceğiniz bir yer.

Müzeye gezmeye başlıyorsunuz ama eserler hakkında bir açıklama yok.

Bu müzede keşfetmek önem taşıyor.

Hangi eseri keşfedecekseniz eserin önünde yerdeki butona basmanız yeterli. Mekanik gürültüler duyarak çalışma başlıyor.

Müzeyi gezerken bir eserin önünde oturan insanları gördük. Neyi bekliyorlardı? Sorduğumuzda makinenin otomatik çalışma saati yaklaşmış.

Biz de bekledik ve işte çalıştı.

Çılgın olarak nitelendirilen heykeltıraş Tinguely’nin kinetik heykelleri herkesin ilgisini çekmekte.

Müzeyi gezmek, makine heykellerinin çalışmasını izlemek 2 saatinizi alabilir.

Müzeyi gezerken yorulduysanız böyle ilginç tasarımlı sandalyelerde yorgunluğunuzu atabilirsiniz. Böyle ilginç müzeye de böyle tasarımlı sandalyeler çok yakışmış.

Tinguely Müzesinin bahçesini geziyoruz. Yine ilginç tasarımlar var.

Tinguely müzesinin bahçesindeki havuzda bir başka makine heykelciğin sularla dansı ilgi çekici.

Müze Pazartesi günleri kapalı. Salı-Pazar saat 10.00-18.00 arası açık. Eğer Theater Platz’a giderseniz Tinguely tarafından tasarlanan Tinguely Çeşmesinin yani 9 tane makine heykelciğin sularla dansını izleyebilirsiniz.

Biz müzedeki mekanik müzik harmonisinden sonra İsviçre’nin en büyük arkeolojik sitesi olan Augusta Raurica’ya gidiyoruz.

Augusta Raurica: Basel’in 20km doğusunda Alpler’in kuzeyindeki enönemli ve en eski Roma sitelerinden biri ve en iyi korunmuş kısmı antik tiyatro. Site çok iyi İngilizce olarak bilgilendirme ve yönlendirmelere sahip

Antik tiyatroda  ve site içerisinde dolaşırken zamanda geriye gitmek güzel bir duygu.

Müze eski yaşamı göstermek için güzel dizayn edilmiş.

Basel’e geri dönerken Spalentor (Spalen kapısı)’u görüyoruz.

Spalentor (Spalen Kapısı): Kapı 14.yy da inşa edilmiş şehir surlarından kalan üç şehir kapısının en görkemli ve en etkileyicisidir. Kapının üzerinde bir saat kulesi ve iki yanında nöbetçi kulübeleri var

Küçük ama önemli bir hatırlatma Basel’de; tüm müzelerde, meydanlarda ve tren garında wi-fi var. Wi-fi MarktPlatz’ın her yerinde çekiyor. Baştan demiştik ya Basel biraz pahalı diye. Eğer ucuz market ararsanız Coop’lara gidin. Hem Euro hem de İsviçre Frangı ile alışveriş yapabilirsiniz. İsviçre genelde pahalı bir ülke. Ancak Basel diğer şehirlere göre daha pahalı geldi bize. İsviçre’ye gelirken biraz daha hesaplı hareket etmek gerek.