Berlin gezimize turistlerin, turların ve hemen hemen herkesin ilk olarak gittiği Brandenburg Kapısını görerek başlayalım.

Brandenburger Gate (Brandenburg Kapısı)

Berlin denince ilk gezilecek yer olarak akla gelir. Prusya Kralı III.Wilhelm görkemli bir kapı yapılmasını istemiş ve 1788-1791 yılları atasında bu kapı inşa edilmiş. Kapının üzerinde bulunan Quadriga heykeli (dört atın çektiği araba) 1793 yılında yerleştirilmiş. Atları çeken kişi olarak da Zafer tanrıçası Viktoria tasvir edilmiş. Kapı yıl içerisinde en fazla turist çeken yer olma özelliğini taşımaktadır. Mimar Langhans bu eseri yaparken Atina’daki Akropolis’ten esinlenmiş.  Kapı iki sıra halinde 12 sütundan oluşmaktadır.

İkinci durağımız Müzeler Adası

Museums Island (Müzeler adası)

Hemen merak ettiniz değil mi adaya mı gideceğiz diye? Hayır herhangi bir feribot ya da tekneye binip bir yere gitmiyoruz. Müzeler adası Speer nehri üzerinde kurulmuş ve beş müzeden oluşan bir yer. Yürüyerek gidip dolaşacağız.

Peki burada yer alan müzeler hangileri?

Burada yer alan beş müzeden bizim için belki de en önemlisi Bergama Zeus Sunağının bulunduğu Pergamon Museum (Bergama Müzesi), Altes Museum (Eski Müze), Neues Museum (Yeni Müze), Alte Nationalgalerie (Eski Ulusal Galeri), Bode Museum (Heykel). Müzelere girişler 12€ ancak tüm müzelerin gezisi için tek bilet alabilirsiniz 18€

Altes Museum (Eski Müze)

Karl Friedrich Schinkel tarafından tasarlanan ve 1830 yılında ziyaretçilerini ağırlamaya başlayan müzede antik Yunan ve Roma dönemi eserleri sergileniyor. Eski Müze, 1904 yılından beri Yunanlıların, Etrüsklerin ve Romalıların sanatını ve kültürünü tanıtan bir sürekli sergi ile birlikte değerli bir Antik Eserler Koleksiyonu (Antikensammlung) barındırmaktadır. Arkeoloji meraklıları için bulunmaz fırsat.

Alte Nationalgalerie (Eski Ulusal Galeri)

Koleksiyonunda, Rodin, Cezanne, Monet, Manet, Renoir, Böcklin gibi ressamların eserlerini görebilirsiniz. Müzeye giriş sanki bir tapınağa girermiş gibi his veriyor.

Eğer sanata düşkün iseniz müzede resimler ve heykelleri izlemek için epeyce vakit ayırmalısınız.

Müzede sizi tanıdık bir isim karşılayabilir. Osman Hamdi Bey. Osman Hamdi Bey’in Ab-ı Hayat ve Halı Tüccarı adlı iki resmi bu müzede sergileniyor. İşte Abı- Hayat adlı eseri.

Neues Museum (Yeni Müze)

Friedrich August Stüler’in tasarladığı ve 1841’de açılan müze. Dünya Savaşı’nda ağır hasar aldığı için 2009’a kadar kapalı kalmış. Antik Mısır ve tarih öncesi devirlere ait birbirinden değerli parçalar müzede sergileniyor. Kahire Müzesini gezmiş Antik Mısır’ı, Nefertiti, Tutankamon hazinelerini hatta Imhotep mumyasını yerinde görmüş kişiler olarak burayı gezmek bizi kesmez dedik ve girmedik.

Bode Museum

İmparator Friedrich Müzesi’nin (Kaiser-Friedrich-Museum) adıyla açılan müzenin adı 1956 yılında Bode Müzesi (Bode-Museum) olarak değiştirilmiş. Heykel Koleksiyonu, Bizans Sanatları Müzesi, Madeni Para Bölümü ve Tablo Galerisi bölümleri gezilebilir.

Pergamon Museum (Bergama Müzesi)

Müzeler Adası üzerinde içeriye girebilmek için en fazla kuyruk olan ama bizim için de en önemlisi sanırım bu müze. Resimde sabah erken saatte gitmemize rağmen kuyruğun sonunu görüyorsunuz.

Alman arkeologlar tarafından Anadolu’da gerçekleştirilen kazılar sonucunda çıkartılan eserlerin sergilenmesi ve korunması amacıyla 1910 yılında kurulmuş. İzmir’in Bergama ilçesindeki Bergama Antik Kenti‘nden götürülen eseler sergileniyor.

Müze; Antik Eserler KoleksiyonuÖn Asya Müzesi ve İslam Sanatları Müzesi adını taşıyan 3 bölümden oluşuyor. Yalnız koleksiyonundaki en değerli parçalar olan Bergama Sunağı, Milet Pazar Kapısı, İştar Kapısı ve Babil Alay Yolu’nun bulunduğu bölüm, yenileme çalışmaları nedeniyle 2014 yılından beri ziyarete kapalı tutuluyor. Maalesef biz gittiğimizde hala kapalıydı. Rehberli turla gezebilirsiniz ancak sesli rehberlerden birini alarak (içinde Türkçe seçeneği var) kendiniz rahatlıkla dolaşabilirsiniz.

Pergamon müzesinden çıkıp bahçedeki heykellerin arasından geçerek kurulmuş olan sokak pazarına gidiyoruz.

Müzeler adasının konumunu gösteren bronzdan yapılmış eserde tüm alanın yerleşim düzenini görebilirsiniz.

Deutsches Historisches Museum (Alman Tarihi Müzesi)

Müzeler Adası’ndan geçip kurulmuş olan sokak pazarına giderken karşınıza bu müze çıkıyor. Müzenin Alman Tarihini sergilemek için yapıldığını öğreniyoruz. Henüz yeni sayılabilecek müze 1987 yılında kapılarını ziyaretçilere açmış.

Biz gezmedik. Pazarı dolaşmak daha keyifli geldi.

Hemen yakında olan Berlin Katedralini dışarıdan gözlemledik.

Berliner Dom (Berlin Katedrali)

Katedral 1700 yılında barok tarzda tasarlanmış, 1822 yılında yapılmış. II Wilhelm 1894 yeniden yapılmasını emretmiş ve katedral yıkılarak neo-barok tarzda tasarlanarak 1905 yılında yapılmış. II. Dünya savaşında hasar gören katedral 1982 yılında tekrar restore edilmiş. Katedralde Hohenzollern Hanedanı üyelerine ait mezarlar bulunuyor.

Brandenburg Kapısından geçip Unter den Linden (Ihlamurlar Altında) yolu boyunca ilerlerken sarı bir bina görürsünüz. Adlon Otel.

Unter den Linden (Ihlamurlar Altında) Brandenburg Kapısı’ndan Berlin Katedrali’ne kadar uzanan Berlin’in ünlü 1.5.km lik bulvarıdır. Tıpkı Paris’teki Şanzelize bulvarı gibi ünlü ve her zaman kalabalıktır. Ağaçlar yola çok güzel görünüm kazandırmış. 

Adlon Otel

Brandenburger kapısından geçip Ihlamurlar altında sokağından yürürken sağda bu binayı göreceksiniz. Ne önemi var da yazdınız derseniz? Bize göre bir önemi yok ama   Micheal Jackson’ın bebeğini balkondan bir ileri bir geri salladığı otel burası. . Duyup ta neresiymiş bu diyenler için.

Bu dosyada sizinle paylaşacağımız son durağımız Reichstag (Alman parlamento Binası)

Reichstag (Alman Parlamento Binası)

Mimar Paul Wallot tarafından 1894 yılında tasarlanan binanın en ilginç yeri cam kubbesidir. Berlin gezisinin olmazsa olmazıdır.

Binanın  girişinde sizi ünlü “Dem Deutschen Volk (Alman Halkı’na)” yazısı karşılıyor.

Berlin manzarasını izleme fırsatı veriyor ama bundan çok fazlası var bu bina için. Aklınıza diğer şehirlerde gördüğünüz parlamento binasını getirip burayı pas geçmeyin Çünkü içerisini gördükten sonra bize hak vereceksiniz. Ne kadar farklıymış diyeceksiniz. Biz den söylemesi. Hadi biraz ipucu verelim. Bina yapılırken kubbeye vuran ışığın parlamento salonuna yansıması ve aydınlatması için farklı açılardan yerleştirilen aynalar, üzerine yağan yağmur suyunu kullanmak için oluşturdukları arıtma sistemi ve elektrik elde etmek için üzerine yerleştirdikleri güneş paneller de düşünülmüş. Yani çok amaçlı bir bina.

Son olarak bir ayrıntı daha. Binayı siz yukarı doğru dolanarak çıkarken aşağıya inenleri görmüyorsunuz. Sesli rehberinizden nereye geldiyseniz otomatik olarak açıklamaları duyabiliyorsunuz

Manzara fotoğraflarını rahatlıkla çekebiliyorsunuz.

Ancak cam kubbeyi gezebilmek için mutlaka web sitesi üzerinden rezervasyon yaptırmak gerekiyor.

Biz bunu bilmiyorduk. Ancak Berlin’de yaşayan arkadaşlarımız Hale ve Fahri sayesinde bunu çözümledik. Kapıya kadar gittiğinizde günlük kaç kişinin gireceği yazıyor. Tabi bizim rezervasyonumuz yok. Fahri kapıdaki görevlilerle konuşup bizi bir sonraki listeye dahil ettirdi. Biz de ertesi gün gelip gezdik. İçeriye girerken belli güvenlik kontrollerinden geçiyorsunuz. Giriş saatleri  her gün 08:00-24:00. En son giriş saat 22:00. Giriş ücretsiz