Meknes, Fas’ın imparatorluk kentlerinden ve Fes’in batısında yer alan şehir. Başkent Rabat’a giderken Meknes’i görmeden geçmeyelim dedik. Biz genelde otoban yoldan gitmeyi pek sevmeyiz. Çünkü otobandan giderken o şehre ait pek de bir şey göremezsiniz. Daha fazla zaman geçse de şehirler arası yolu tercih ederiz. Ancak hem Meknes’de dolaşmak, hem Rabat’ta ki otele yetişmek hem de Fas’ta otoban keyfi yapmak nasıl oluyormuş deneyimlemek için otoban yola girdik. Bizdekilerden pek farklı olmayan sadece çok şeritli yerine iki şeritli olan, geçiş ücreti çok ucuz olan yoldan Meknes’e doğru yola çıktık.      

Şehri önce panoramik dolaşıp uygun bir park yeri bulacağız. Karşımıza pazar yeri çıkıyor. Burada insanlar ihtiyaçları olan her şeyi ama her şeyi ikinci elden alabiliyorlar. Seçmek serbest.

Arabamızı tam park edecekken yanımıza turist olduğumuzu anlayıp bir rehber yanaşıyor. Aslında Fransızca konuşan çat pat İngilizce, biraz da beden dili ile bize Meknes’i gezdirebileceğini söylüyor. Biz de çalışmışız, ona gezmek istediğimiz yerlerin listesini gösteriyoruz. Pazarlık yapıp anlaşarak Meknes’i dolaşmaya başlıyoruz. İlk gideceğimiz yer Bab Mansour Laleuj kapısı ya da geçidi.

Bab Mansour Laleuj

Muhteşem geometrik süslemeleri ve mermer sütunları ile gerçekten dikkat çekici bir yapı. İsmini Mimar El-Mansour’dan almış. Tam olarak yeri El-Hedim meydanının karşısı. Fas’taki en büyük kapı. Merkez kapının yüksekliği 5 katlı bir binaya karşılıkmış. Mermer sütunlar, MÖ 3. yüzyıldan kalma imiş, Rehberimiz yazının anlamını: “Fas’taki en güzel kapı benim. Gökyüzündeki ay gibiyim” olarak söyledi.

Kapıdan girdiğinizde bir resim ve heykel sergisi yer almakta.

Kapının hemen önünde çok süslü fayton arabaları var. Şehri dolaşmak için güzel ama zaten Old Medina’ya giremeyecek. Yürümek daha iyi diyerek bir fotoğraf aldık.

Buradan hemen karşıdaki El-Hedim meydanına yani ana meydana gidiyoruz.

El-Hedim Meydanı

Hemen Bab Monsour Laleuj kapısının karşısında yer alan Meknes’in kalbi sayılan bir meydan.

Meydanda ilk zamanlarda halka duyurular ve infazlar için görev yapmış. Şimdi ise restoran ve kafelerin olduğu bir alan. Alanda müzik çalanları, sizinle resim çektirip sonra para isteyenleri görebilirsiniz. Arka tarafında ise şehrin kapalı çarşısını görebilirsiniz.

Çarşıda dolaşmaya devam ediyoruz.

Dikkatimiz çeken yığınlar şeklinde tuz. Bu tuzlar işlenip paketleniyormuş.

Başka bir ilgimizi çeken ise ülkemizde Frenk inciri olarak bilinen kaktüsün meyvesi. Fas’ın her yerinde bu meyveyi görmek mümkün. Herkes bu meyveyi sürekli olarak tüketiyor. Fas’ta hiç obez hatta şişman insan bile görmeyişimiz acaba bu meyvenin yapısındaki yağ tutma özelliğinden midir diye düşünmeden edemiyoruz. Ama biz ülkemizde güneyde oldukça fazla olan bu meyveye gereken önemi vermiyoruz. Hatta çoğumuz tanımıyoruz bile.

Çarşıda dolaşırken gördüğümüz yiyecekler gerçekten nefis gözüküyor. Özellikle hamur işleri bizim damak lezzetine uygun. Zaten zeytin tezgahları oldukça iştah açıcı. Salyangoz tüketiminin de bu ülkede fazlaca olduğunu öğreniyoruz. Tezgahlarda kurutulmuş olarak satıldığı gibi haşlanmış yemeğe hazır olanlarına da rastladık.

Şimdi Bou Inania Medresesini görmeye gidiyoruz.

Bou Inania Medresesi

Bou Inania Medresesi, adındaki gibi Abu İnan Faris tarafından değil, 1341’de girişte yer alan mermer tabelada yazıldığı gibi babası Abu el-Hasan tarafından kurulmuştur.

Girişte çok sayılmayacak bir ücret ödedikten sonra avluya geçtik. Özellikle ahşap oymaları, mermer süslemeleri ve çinileri çok güzel. Yukarı kata çıkıp ders görülen küçük odaları görebilirsiniz. Ancak Fas’taki diğer medreselerden çok da farklı değil.

Çarşıdan ve meydandan çıkarken Jamaa Lakbır Camisinin önünden geçiyoruz.

Merak ettiğimiz başka bir yere Prison de Kara (Kara Hapishanesi)’ya gitmek üzere arabamıza biniyoruz.

Prison De Kara ‘ya yaklaşırken Meknes’in güzel kapılarından birinden daha geçiyoruz.

Prison de Kara (Kara Hapishanesi)

Yer altında inşa edilmiş bu hapishaneyi gitmeden okuduğumuzda çok ilgimizi çekmişti. 18. yüzyılda inşa edilmiş ve 40.000 mahkumun kalabileceği bu yeri görmeden gitmeyelim dedik. Giriş ücreti biraz fazla.

Bir kaç kemerli sütun ve koridordan başka bir şey yoktu. Yani bir ceza evinden ziyade kocaman bir mağarayı andırıyordu. Aslında rehberin dediğine göre buraya mahkumlar sadece uyumak için geliyormuş. Dış kısmında ise havalandırma ve odalara ışık veren deliklerini görüyorsunuz.

Hapishanenin hemen yanında ise Sultan Moulay İsmail tarafından yaptırılan Pavillon des Ambassadeurs (Büyükelçiler Pavyonu) yer almaktadır.

Pavillon des Ambassadeurs (Büyükelçiler Pavyonu)

Kara Hapishanesinin hemen yanında yer alan bu bina Moulay İsmail tarafından yaptırılan Pavillon Des Ambassadurs (Le Koubat Al Khayatine Ou Pavillon Des Ambassadeurs veya Büyükelçiler Pavyonu)’dur Meknes’i ziyaret eden büyükelçiler ve paşalar için resepsiyon salonu olarak hizmet vermiş. Fas döneminin eski ihtişamını yansıtması bakımından önemlidir ve her yıl binlerce turisti çekmektedir. 1996 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesine girmiştir.

Moulay İsmail Mausoleum‘u maalesef kapalı olduğu için giremedik.

Fas’ta şehir içinde bir tabela görüyorsunuz.

Fas’ta yol gösteren tabelalar sanıldığı gibi sadece Arapça yazmıyor. Arapçanın yanı sıra İngilizce olarak ta yer alıyor. Yani hiçbir sıkıntı yok. Araba kiraladığınız da yönünüzü bulabilirsiniz.

Meknes’de yaygın olan Fas’ta başka bir yerde göremeyeceğimiz bir sanatın yapıldığı yere gidiyoruz. Damasing sanatı.

Damassen (Damasing) Sanatı (Damasquinerie)

Damassen veya Damasquinerie Genellikle metal bir yüzeye bakır tel, altın veya gümüşün gömülmesinden oluşan sanatsal bir tekniktir. Damassen metalin düz veya bükülmüş bakır, gümüş veya altın iplerinde kakmadır ve Fas’ta bu sanatın sadece Meknes’de sürdürülmekte olduğunu öğrendik.

Genellikle çelik üzerinde altın, gümüş ya da bakır ipliğin dekoratif desen oluşturmasıdır. Bu ezme ve kakma işlemine damasquinure deniliyormuş. Ancak maalesef bu sanat Meknes’te yok olmak üzereymiş.  

Meknes’ten ayrılıyoruz.

Meknes’e veda ederken şehri bir kez daha panoramik dolaştık ve kapılarını görüntüleyerek Rabat’a doğru yola çıktık.