Sintra Portekiz’in belki de en fazla turist çeken yerlerinden. Lizbon’a arabayla 25 dakika uzaklıkta, sizi masal diyarına götürecek sarayları, muhteşem manzarası ve Avrupa’nın batı uç noktası Coba de Roca burnuyla en ilgi çeken, merak uyandıran bir şehir. Kısacası Portekiz’e gelince mutlaka uğranılması gereken bir şehir.  

Peki bu güzel şehre nasıl geleceğiz. Lizbon’dan gelecekseniz treni tercih edebilirsiniz. Lizbon merkezindeki Rossio istasyonundan 40 dakikada,  Estação do Oriente’den istasyonundan 47dk da Sintra’ya ulaşabilirsiniz. Sintra’da gezmeyi tercih ettiğiniz yerler de çok önemli. Eğer çok ünlü Pena sarayını tercih ederseniz 434 numaralı otobüs ile saraya gelebilirsiniz. Merkezde inip Pena sarayı sadece 3km uzaklıkta ben burayı yürürüm derseniz. Çok doğru bir düşünce olmaz. Yol hem çok yokuş hem de  kalabalık.Yürümek için yer yok bile. Arkanızdan gelen araçlar size sıkıntı yaratır. Ama tuktuk şeklindeki City Tuk araçları ya da faytonları tercih edebilirsiniz. Sintra’da görülmesi gereken o kadar çok saray var ki 1 gün yetmez. Ya burada konaklayarak, ya da 2 günlüğüne araba kiralayarak zamandan kazanabilirsiniz.

Palacio Nacional Queluz

Kraliçe Dom Maria’nın resmi Kraliyet ikametgahı olarak 18. yüzyılda hizmet veren saray Sintra’ya biraz uzak. Yaklaşık 16km kadar dışarıda. Bu nedenle diğer sarayların arasında biraz göz ardı edilmekte ve daha az kişi ziyaret etmektedir. Kraliçe Maria eşi Pedro’nun ve ardında em büyük oğlunun ölmesiyle delilik göstermeye başladı. O nedenle sarayda yaşadığı alan Maria’nın köşkü ile sınırlı kaldı.  

Sarayın içerisinde altın oymalı odalar, aynalar, dekoratif tavanlı salonlar, Büyükelçiler odasından, müzik odasına, yatak odalarından yemek salonlarına kadar dolaşıp saray içi turu tamamlıyoruz.

Sıra göllerin, çeşmelerin, değişik heykellerin, muhteşem labirent bahçenin ve Çinili Seramik Kanalın (Canal des Azulejos) bulunduğu kocaman bahçeyi  görmeye geldi.

Palacio Nacional Pena (Pena sarayı)

Pena sarayı, Sintra Dağları’ndaki bir tepenin üzerinde duran sanki Alice Harikalar Diyarı masal kitaplarından fırlamış gibi rengarenk görünen bir saray. Bize ilk gördüğümüzde Almanya’da gördüğümüz Neuschwanstein Şatosunu hatırlattı. UNESCO Dünya Miras listesine 1995 yılında giren Pena Sarayı belki de Sintra’daki en ünlü ve en çok ziyaret edilen saray. Renkli görünüşü, mimari yapısı oldukça ilgi çekici.

Pena hakkında ilginç bir efsane de var.

Simon Vela (asıl adı Simon Roland) Fransa’da doğan çok dindar olan bu genç bir gün Meryem Ana’nın görüntüsünden arama mesajı geldiğinden ve kendisine Pena dağını söylediğinden beri dağı aramaya başlar. Bu olaydan birkaç yıl sonra dağın tepesinde Meryem Ana’nın gömülü resmini bulurlar ve bu resim ile birlikte mucizevi olaylar gerçekleşir ve buraya Meryem Ana Kilisesi inşa edilir.

Kral 2. John ve eşinin ziyaretinden sonra popülerliği daha da artan kilisenin yanına manastır eklenir. Manastır 18.yy’da yıldırım çarpması sonra Lizbon depreminde yıkıma uğrar. 1838 yılında Kral 2. Ferdinand’ın kraliyet ailesinin yazlık sarayı olması için tekrar yaptırılır. Kraliyet ailesinden en son prenses Amelie’nin 1910 yılında sürgüne gönderilirken son gecesini geçirdiği Pena Sarayı bir daha hiçbir Kral ve Kraliçeyi konuk etmemiş. Sarayın rengi geçen süre içerisinde dış cephesindeki bozulmalar nedeniyle neredeyse gri renge dönüşmüş. 1990 yılında dış cephe orijinal renklerine boyanır ve 1995 yılında UNESCO Dünya Miras listesine alınır.

Pena sarayına erken saatlerde gelmeye çalışın. Araba ile gelirseniz parklarda yer bulmak zor. Yol kenarlarına park etmeye çalışırsınız. Onu da yakın bir yerde bulmak zor. Hiç yer bulamazsanız yoldaki döngüden devam edip tekrar dolaşmak zorunda kalırsınız. Bilet sırasında epeyce beklersiniz. Sonra ormanlık alanda güzel bahçe ve manzaralardan ilerlersiniz. Pena Sarayına girişte sarayı ve parkı birlikte gezmek için ödediğiniz ücrete eğer yukarıya kadar yürümeyeyim derseniz artı ücret ödeyip servisle çıkabilirsiniz. Ama saraya ulaşmak için geçilen muhteşem manzaralı parkı görmek için bizce yürümeye değer. Bahçede neler yok ki göletler, Sekoya, Manolya, Ginkgo ağaçları görmeye değer.

Bahçede güzel manzaralar eşliğinde gezdiniz.

Sarayı gördünüz. Hemen gireceğinizi sandınız değil mi?. Yaklaşık 1 saat sürecek ikinci bir bekleme daha var. Hele tur gruplarına rastladıysanız bu süre daha da artabilir. Sarayın dışında oyalanmaktansa önce hızlıca gelip içeriyi görmek sonra bahçeyi gezmek daha akıllıca olur. Biz böyle yapmadık.

Saraya girmek için daha bu kadar uzun bir sıra var önümüzde.

Saraya girdiniz. İçeride fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Görevliler her yerde. Birkaç tane gizlice çekebildik. Zaten sarayda dağılmadan sıra halinde girip aynı sıra halinde çıkıyorsunuz. Sarayın içerisinden o kadar etkilenmedik. Çünkü gördüğümüz bir çok saraydan daha sade. Klasik olarak salonlar, yatak odaları, mutfak gezisinden sonra dışarıyı geziyoruz. Saraya sadece içini ve dışını gezmek için 1 saat ayırmanız gerekir (Sıralarda beklemeyi de hesap ederseniz bu süre epeyce artacaktır)

Dışarısı serbest alan. Sarayın dışında en ilgi çekici yer Triton Kemeri. Kemer üzerindeki figür mitolojik bir canavar, yarı insan yarı balık olan Triton’dur. Kemerin tamamı su dünyası ve karasal yaşam olarak ikiye bölünmüştür. Tritonun başı asmalar tarafından çevrelenmiş bir ağaçtan çıkıyor. Bu canavarın uzak durduğunu gösteriyor.  

Sarayın dışını gezmek serbest. Dilediğiniz gibi gezebilir fotoğraf çekebilirsiniz.

Sarayın bahçesinde şapel bulunuyor.

Saraydan baktığınızda karşı tepedeki Mouros (Moorish) Kalesini görebilirsiniz.

Edla House

Pena sarayına gelmişken Sarayın batısında kalan yaklaşık 15 dakika yürüme ile ulaşabileceğiniz Edla House’u da görmek iyi olur.

Pena sarayı için ödediğiniz ücrete dahil olan bu ev 19.yy’ın ikinci yarısında II.Ferdinand ve ve gelecekteki eşi Edla Kontesi Elisa Hensler tarafından tasarlanmış.

Alp dağlarındaki evleri anımsatan evin ön ve arkası çok güzel. Edla Kontes Dağ Evi olarak bilinen bina 1864-1869 yılları arasında inşa edilmiş. Bugüne kadar tasarlanmış en büyük ve en romantik park olarak kabul edilmekte.  

Evin içerisini geziyoruz

Edla house ödül almış bir ev.

2011 yılında halka açılan Edla Kontesi Dağ Evi 2012 yılında  Turismo de Portugal tarafından verilen En İyi Yeni Kamu Projesi ve Gremio Literario Ödülü’nü aldı.

Dünyanın her yerinden gelen bitkiler ve Pena Çiftliğindeki hayvanlar ve bahçe düzeni görülmeye değer.

Castelo dos Mouros (Moorish Castle) (Mouros Kalesi)

Mouros Kalesi 9. yüzyıl boyunca Sintra kasabasını korumak için Kuzey Afrikalı Moors tarafından kurulmuştur. Kale, 19. yüzyılda, Pena Sarayı’nın bahçelerinin önemli bir özelliği haline getiren II. Ferdinand II tarafından restore edilmiştir.

Mouros Kalesi’nin girişi Pena Sarayı’nın girişinden 200 metreden daha az bir mesafededir ve kolayca yürünebilir. Pena sarayına gelmişken rahatlıkla uğrayabilirsiniz. Kaleye gidiyorsunuz. Sintra manzarası harika görünüyor. Yönlendirme tabelaları sizi rahatlatıyor.

Yüksek duvarların yanından yürüyorsunuz. Buğday ve tohum depolanan siloların ve tombların yanından geçiyorsunuz.

Kullanılan malzemelerin sergilendiği müzeyi görüyorsunuz.

Eski kale duvarları boyunca yürümek çok zevkli

Duvarlar boyunca bir yere kadar ilerliyorsunuz. Sonra karşınıza çıkan bilet gişesinden bilet alarak ilerlemeniz gerekli. 15€ gerçekten çok pahalı.

Monserrate Sarayı

Sintra’nın en görkemli yapılarından biri olan Monserrate Sarayı, merkeze 3,5 km mesafede bulunuyor. Diğer saraylara göre biraz daha ziyaretçi sayısı az. Araba ile giderseniz park yeri sorun olmayan bir yerde.

Sarayın mimarisi çok ilginç olduğu gibi gezilmesi gereken çok büyük de bir bahçesi var. Sir Francis Cook tarafından tasarlanmış.1809’da sarayı gezen Lord Byron şiirinde bu saraydan uzun uzun söz etmiş ve krallığın ilk ve en güzel yeri olarak nitelendirmiştir.

Sarayın içi gerçekten çok ilginç Özellikle kubbeleri.

Doğruyu söylemek gerekirse bu saraya biraz haksızlık yapılıyor. Pena sarayının ününün yanında sönük kalıyor ama içi bize göre Pena sarayından çok daha güzel. Özellikle kapılar son derece gösterişli.

Sarayda kullanılan malzemeleri izleyebilir ve sarayın tamamını gösteren maketten ne kadar hoş bir mimarisi olduğu anlaşılabilir.

Quinta da Regaleira (Regaleira Sarayı)

Sintra’ya gelip de birçok saray gördük bu da onlara benzer gitmeye gerek yok, ne kadar değişik olabilir ki gibi düşüncelere kapılıp sakın Regaleira Sarayını pas geçmeyin.  Bu saray gizemlerle dolu, yer altı geçitleri, mağaraları, kuyuları olan ilginç bir saray.

Saray 1904 yılında zengin Portekizli işadamı Carvalho Monteiro tarafından yaptırılmıştır. Milyoner Monteiro Sarayı olarak da bilinir. 1998 yıllından beri halka açılmıştır. Sarayın içi süslü kapıları ve tavanları, mozaik desenli yerleri ile ilgi çekici.

Sarayın asıl özelliği bahçesinden kaynaklanmaktadır.  Bahçede çok değişik kuyular bulunur. Bu kuyular birbirlerine yer altı geçitleri ile bağlantılı. Bu kuyularda su bulunmuyor. Sadece belirli zamanlarda burada tören yapılmaktadır.  Ablam kademe kademe katları iniyor.

Kuyuyu bir de aşağıdan yukarıya görelim. Gün ışığına aşağıdan bakalım.

Kuyularda alt katlara doğru dar merdivenlerle iniliyor. Aşağıya inen tekrar aynı yerden çıkmıyor. Çünkü alt geçitlerle başka yere gidiyorsunuz. İşte labirent alt geçitlerden geçiyoruz. Genellikle ışıklı, çok çekinecek ya da korkacak bir şey yok.

Alt geçitlerden ilerlerken başka bir kuyuya rastlıyoruz.

Bahçenin başka köşesinden çıktık. Güzel bir çeşmeye ulaştık.

Saraya doğru gidiyoruz. Bahçede değişik kuleler ve binalar var.

Şapel ve sarayın arkasında bahçeye açılan balkon

Sarayda mağaralarda var. Daracık merdivenlerden iniyorsunuz. Ancak içerisi su dolu olduğu için fazla ilerleyemiyorsunuz.

Saray bahçesinde diğer köşeleri geziyoruz.

Bu sarayda özellikle bahçesinde her köşeyi tam olarak gezeyim derseniz 1 gün harcamanız gerekir.

Cabo da Roca (Roca Burnu)

İnsanın merakı vardır ya “en” lere karşı . En uzağa, en yukarıya , en uzun , en kısa gibi. İşte biz de bu “en”lere meraklı olduğumuz için bu sefer de Avrupa’nın en batı uç noktasına geldik. Akşam üstü geldiğimiz Roca burnunda hani biraz soğuk olur nede olsa burnun ucu okyanus dedik. Sert rüzgar olacak dedik ama arkadaş bu kadar mı olur. Arabadan indiğimiz andan Roca burnuna ve özellikle o meşhur orada olduğunuzu göstereceğiniz haçın önünde fotoğraf çektirme yerine kadar yürüme yolunda neredeyse uçacağız. Bu kadarını doğrusu tahmin etmemiştik. Neyse geldik artık..

AQUI ONDE E TERRRA SE ACACA E O MAR COMEÇA Haçın üzerinde böyle yazıyor. Yani BURASI TOPRAĞIN BİTTİĞİ DENİZİN BAŞLADIĞI YER

Denildiği gibi bugün burası sakin görünüyor. Çok fazla, hatta insanı uçuracak kadar rüzgarın olmasından dolayı belki de……

Bu alanda dikkatimizi çeken dev deniz feneri. Kırmızı rengi ve 22 m uzunluğu ile hemen fark ediliyor ama haç kadar ünlü değil.

Sert rüzgarlar estiren Okyanusa ve dev dalgalarla vedalaştık. İsterseniz buraya geldiğinizi, burada bulunduğunuzu belgelendirmek isterseniz Cabo da Roca sertifikası alabilirsiniz. Hemen girişteki turizm bürosundan talep edeceksiniz. 12€ da ücret ödeyeceksiniz. Biz resimlerle zaten burada olduğumuzu gösteriyoruz. Sertifikaya bu kadar para vermeye değmez dedik ve almadık.