Bursa’ya geldiniz. Osmangazi İlçesi’nde gezilecek yerleri dolaştınız. Uludağ’a teleferikle çıktınız. Karagöz Müzesi’nde çocukluğunuza döndünüz, Ulu Cami’nin gizemlerini keşfettiniz. Atatürk Köşk’ünde tarihin içine uzandınız. Panorama 1326 Bursa Fetih Müzesi’nde zaman içinde ışınlanıp Osmanlı’ların Kuruluşuna kadar gittiniz, Koza Han’da alışveriş yaptınız ve hala Bursa tatilinizde harcayabileceğiniz vaktiniz var. O zaman ne duruyorsunuz Bursa’nın saklı cennetine Gölyazı Köyü’ne gidin ya da gelin hep birlikte gidelim…. Gölyazı Bursa-İzmir kara yolunun 35. km’sinden güneye saptığınızda 7 km içeride, Uluabat (Çoğu yerde Ulubat olarak geçebiliyor) (Apolyont) Gölü kıyısında bir köprü ile ana karaya bağlanan küçük bir yarımada üzerinde kurulmuş şirin mi şirin bir yer.

Harita: https://tr.pinterest.com/pin/

Bursa’nın en zengin antik yerleşim yerlerinden birisi olan Gölyazı’nın tarihi MÖ 6. yy’a dek uzanır. Gölyazı Apollonia Ad Rhydacum adlı antik Yunan kentinin üzerine kurulmuş bir yerleşimdir. Gölyazı, Türklerle Rumların ortak tarihi açısından önemli özelliklere sahiptir. Eski bir Rum köyü olan ve bugün daha çok mübadele ile Selanik’ten göç edenlerin yaşadığı Gölyazı, Osmanlı döneminde Türklerle Rumların bir arada yaşadığı ve Rumların çoğunlukta olduğu bir yerleşim merkeziydi.

Fotoğraf: https://birbursahayali.com

Gölyazı girişine ulaştığınızda köye araç girişi yasak olduğundan köy girişindeki otoparka aracımızı bırakıyoruz. Buradan köye 5 dakika yürümek gerekiyor. Eğer sabah erken saatlerde giderseniz içeriye kadar girmenize izin veriyorlarmış. İçeride köprünün altına arabanızı park edebiliyormuşsunuz. Tercihinize kalmış. Biz arabamızı otoparka bıraktık ve yürümeye başladık. İsterseniz yürümeyebilirsiniz. Zaten daha otoparktan çıkarken tekneciler hemen yanınıza geliyor ve köye yürümek çok vakit alıyor gibi sözlerle size yaklaşıyorlar.

Bizce köprüden geçerek yürümek daha keyifli.  Hem bu arada yürürken size Uluabat Gölü’nün nasıl oluştuğu hakkındaki efsaneyi anlatalım.

Efsaneye göre, yıllar yıllar önce Marmara Denizi’nin güneyinde bulunan Odryses Çayı, Bandırma’dan denize dökülürmüş. Bugünkü Uluabat Gölü’nün olduğu yerde Apollonia Krallığı, Odryses Çayı’nın bulunduğu yerde de Melde Krallığı kuruluymuş.

Melde Kralı, Apollonia Kralının kızını oğluna ister. Ancak Apollonia Kralının kızının prenste gönlü olmadığı için razı olmamış. Apollonia Kralı da kızını korumak için, bir tepe üzerinde saray yaptırarak kızını buraya saklamış. Bu duruma çok kızan Melde Kralı, oğluna istediği kızı alamamaktan dolayı kırılan onurunu onarmak için intikam ateşi ile yanıp tutuşmuş ve Odryses Çayı’nın yolunu değiştirip Apollonia kentinin bulunduğu topraklara akmasını sağlamış.

Videolar You Tube Kanalımızda. Kanalımıza abone olmayı unutmayın. Bizi Instagram hesabımızdan takip edebilirsiniz.

Apollonia’nın sular altın kalmasına neden olmuş. Prensesin kaldığı saray da sularla çevrili bir ada olarak kalır. İşte efsaneye göre Uluabat Gölü böyle oluşmuş.

Köye girdiğimizde bizleri Ağlayan Çınar karşılıyor. Bursa’da bu şekilde çok fazla anıt ağaç görmek mümkün. Daha önce sizlerle Osmangazi İlçesi’nde bulunan 600 yıllık İnkaya Çınarı’ndan bahsetmiştik. Karşımızda gördüğümüz Ağlayan Çınar ise 750 yıllık. Meydanda sanki ziyaretçilerini kolları ile sarmalamak istercesine selamlıyor.

Peki neden bu görkemli ağaca ağlayan çınar denmiş? Yaşlı çınar ağacının gövdesinden bahar sonlarında kırmızı renkte su akmaya başlıyor. Bu kırmızımsı su, gölün su seviyesinin yükselmesiyle ortaya çıkmaktadır. Çınarın kökleri gölün içerisine kadar uzandığı için gölde su artınca çınar ağacından toprağa damlalar şeklinde su akmaktadır. İşte bu yüzden Ağlayan Çınar denmektedir. Ancaaaaak asıl sebep bu olsa da bu konuda anlatılan bir efsane var. Yazılarımızı okuyanlar bilir efsane duyduk mu anlatmadan duramayız. Gelelim Ağlayan Çınar’ın efsanesine. Aslında burada bir aşk hikayesi gizli.  Efsaneye göre; Gölyazı’da yıllar boyunca Türkler ile Rumların beraber yaşarmış. Burası aslında bir Rum köyüymüş.

Ancak Kurtuluş Savaşı Sonrası’nda ki mübadele ile buradaki Rumlar Selanik’e gitmek zorunda kalmışlar. Eee ne var bunda dediniz değil mi? Hikaye şimdi başlıyor. İşte bu mübadele sırasında birbirlerine deli gibi aşık olan Mehmet ile Eleni birbirlerinden ayrılmak zorundadırlar. Mehmet sevgilisinin peşinden gider ama karşısına Eleni’nin abisi çıkar. Aralarında ki olumsuz konuşmalar kavgaya dönüşür ve edince Eleni’nin abisi Mehmet’i hançer darbeleri yaralar. Mehmet son bir güç ile Eleni ile her zaman gizlice buluştukları çınar ağacına gider ve orada ölür. Bu durumu öğrenen Eleni de ailesinin yanından kaçıp çınara geldiğinde Mehmet’in öldüğünü görünce sevgilisinin yanında intihar eder. Efsane bu ya, çınar da o günden bugüne ağlarmış.

Nilüfer Çiçekleri-Koparmanın cezası var

Uluabat Gölü’nde açan nilüfer çiçekleri görülmeye değer. İlçeye adını da veren nilüfer çiçeği eşsiz güzelliği ile ziyaretçileri kendine hayran bırakmakta ve her yıl binlerce turistin Gölyazı’ya gelme sebeplerinden. Lotus çiçeği olarak da tanınan nilüfer çiçeklerini Uluabat Gölü’nde teknelerle gölün ortasına doğru giderek görebilir, seyredebilir ve sadece fotoğraflayabilirsiniz. Nilüfer çiçekleri çok ciddi koruma altında. Öyle ki sazlıkların arasından geçilerek ulaşılan nilüfer çiçeklerini ürkütmemek için köylüler teknelerini stop ettiriyor. Ziyaretçilerin el sürmesine bile izin verilmiyor. Bu kadar iyi korunan çiçeklerini koparmanın ağır cezaları var. Çiçekleri koparmanın cezasının 73 bin lira olduğu açıklandı. Sloganımız “Çiçek dalında güzeldir”.

Gölyazı bir Leylek Köyü’dür

Gölyazı, leyleklerle insanların iç içe yaşadığı bir yerleşim yeridir ve 2004 yılından bu yana çeşitli kamu ve sivil toplum kuruluşlarının desteklediği “Leylek Dostu Köyler Projesi” kapsamındaki leylek dostu köylerden birisidir. Bu açıdan burası da bir göçmen kuş cenneti. Köyde her yıl Leylek Şenlikleri yapılıyor. Burası Türkiye’nin ve Avrupa’nın Leylek Köyü unvanına sahip. Leylekleri göremedik ama diğer kuşları izledik

Oldukça erken geldiğimiz Gölyazı’da ağlayan çınar, nilüferler ve leylekler derken, gölün verdiği huzur ve sakinlik bir de üstüne bol oksijen ve temiz hava karnımızı acıktırdı. Gölyazı’da karnınızı doyurabileceğiniz restoranlar ve aile işletmeleri bulunmakta. Biz tercihimizi Gönül Sofrası’ndan yana kullandık ve kahvaltıya geldik.  Burası bir aile işletmesi. Sahipleri çok sıcak kanlı ve samimi, kahvaltılıklar çok lezzetli. Porsiyonlar doyurucu, fiyatlar uygun.  Sizlerle maalesef yapamadığımız bir bilgi paylaşalım.  Burada özellikle turna balığı çok iyiymiş. Herkes tavsiye ediyor ama bizim maalesef vaktimiz yoktu.

Kahvaltı demişken köyde dolaşırken yol kenarında kadınların toplanarak oluşturdukları muhteşem kahvaltı sofrasına da davet alabilirsiniz. Gerçekten gönülleri bol, samimi, sıcak kanlı ve misafirperver insanlar.  

Kahvaltı sonrasında köyü dolaşmaya başlıyoruz. Köyün sokaklarında eski yığma evlerin aralarında dolaşmak çok keyifli. Adanın etrafını yürüyerek turlamak isterseniz çok vaktinizi almaz. Köyün tüm kıyı şeridi yaklaşık 1.5 km olduğundan 15-20 dakikada bitiveriyor. Kıyıda yürürken balık avlayanlarla selamlaşmak ve tekneleri görmek ayrı keyifli.  

Videolar You Tube Kanalımızda. Kanalımıza abone olmayı unutmayın. Bizi Instagram hesabımızdan takip edebilirsiniz.

Eşsiz bir doğa güzelliği ve tarihi dokuya sahip Gölyazı’da aslına uygun restore edilen Aziz Panteleimon Kilisesi’ne gidiyoruz.

Yapım tarihi ile ilgili bazı kaynaklar 19. yy sonunu işaret etse de; kilisenin restorasyon çalışmaları sırasında ortaya çıkan 1903 ibaresi; büyük olasılıkla kilisenin bitiş tarihini gösterir. Kilise 2014 yılında Kültür evi olarak ziyarete açılmış. Ziyaret saatleri Hafta içi 09.00-17.00 hafta sonu 09.00 18.00

Gölde balıkçı tekneleriyle ada turu yapmak mümkün. Gölyazı da bisiklet, yürüyüş, balık tutma gibi çeşitli aktiviteler yapabilirsiniz. Eğer fotoğraf çekmeye meraklı iseniz Gölyazı’ya gelmek için bir sebebiniz daha var demektir. Gün doğumu, gün batımı harika oluyormuş. Bizden söylemesi.  Ayrıca son yıllarda Gölyazı’nın dizi ve filmlerin seti olması nedeniyle de ilgi artmış. Nasıl ki Gönül Dağı dizisiyle Eskişehir-Sivrihisar’a merak arttıysa Gölyazı’ya da ilgi artmış. Güneşi Beklerken, İstanbullu Gelin ve Sen benimsin dizileri ve ünlü sinemacı Derviş Zaim’in Balık filmi de çekimleri Gölyazı’da gerçekleştirilmiş.

Gölyazı’ya gelmişken zeytin ve zeytin ürünlerine bakmadan dönmeyin.

Gölyazı’dan ayrılıyoruz. Şimdi bize sorabilirsiniz. Bu kadar güzel yerin hiç olumsuz bir yönü yok mu diye? Cevabımız tabi ki evet olacak. Her güzelin bir kusur olduğu gibi buranın da bir kusuru var.

Yaz aylarında buraya gelen turist yoğunluğu çok fazla olduğundan pansiyonundan restoranına yetersiz kalmaları sorun yaratıyor. Eğer konaklamayı düşünmezseniz sorun biraz daha azalıyor. Bize göre Gölyazı en fazla yarım günde dolaşılabilecek bir yer. Hafta sonları gelmenizi tavsiye etmeyiz. Bizim gibi biraz daha sezon dışı gelirseniz hem rahat dolaşır hem de güzel fotoğraf kareleri yakalarsınız. Hafta içi de sakin oluyormuş.

Özellikle Pazar günü veya bayramlarda bir kaçamak yapayım derseniz kalabalıktan dolayı bir an önce buradan kaçmak isteyebilirsiniz. Manzaralar ve doğa çok keyifli ama burada da tarihi doku biraz kaybolmuş geldi bize. Ancak yine de birkaç sene öncesi yapılan “Avrupa’nın en güzel 30 Kasabası” oylamasında Türkiye’den bu listeye giren tek köy ise Gölyazı.