Romanya-Bulgaristan gezimizin son günü.  Varna’ya yaklaşık 1.5 saat uzaklıktaki Nessebar’a kahvaltı sonrası yola çıktık. Nessebar ya da Nesebar bazen de Nesebur olarak yazılan şehir Karadeniz’in kayalık bir yarımadasında yer alan, Ortaçağ’dan kalma dokusu, sahili, plajı ve özellikle kiliseleri ile ünlü. Yaklaşık 15.000 nüfuslu şehirde 26 kilise kalıntısı var. Zamanında kırktan fazla kilise olduğu söyleniyor. Bu nedenle Nessebar “kırk kiliseli kent” olarak bilinmekte. Günümüzde çoğu aynı zamanda müze olarak hizmet veren kiliselere giriş ücretli. Nessebar 1983 yılında UNESCO  tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilmiştir.

Nessebar iki kısımdan oluşmaktadır. Lüks otellerin, plajların, tesis ve binaların bulunduğu yer Yeni Nessebar’dır.

Küçük bir yarımada üzerinde kurulan “Eski Nessebar” yani “Old City” ise sizi adeta tarihin içine çekiyor. Eski Nessebar dar bir geçit ile ana karaya bağlı kayalık bir yarımada üzerinde bulunmaktadır.

Eski Nessebar-Old City’e geçiyoruz. Yel değirmeni karşıdan gözükmeye başladı.

Yeni Nessebar’dan Old City’ye geçiş yeri olarak ise bu eski değirmen kabul edilmektedir. Eski ve Yeni Kenti birbirine bağlayan köprünün üzerinde yer alan The Windmill (Yel Değirmeni) tarihsel bir yapı olmasa da Nessebar’ın sembollerinden kabul edilir. Burada oturup manzarayı seyretmek, hatta açık olan yel değirmenini gezmek çok keyifli olurdu.

Yel Değirmeni’nin hemen karşısında ise St Nicolas heykeli bulunuyor. Güney Nessebar Körfezi limanında duran St. Nicolas heykeli halk arasında denizcilerin koruyucu azizi olan St. Nicolas olarak anılır. Sanatçı Stavri Kalinov tarafından tasarlanan heykel 2006 yılında dikilmiştir. Sanatçı Stavri Kalinov, onu yeni bir toprak arayan güvercini tutan yeni bir “Nuh” olarak tanımlıyormuş.  Heykel “Balıkçı” ve “Yeni Nuh” olarak da adlandırılmaktadır.

Old City’de ilk gördüğümüz yer Saint Paraskeva Kilisesi oldu. Old Nessebar’ın merkezi sayılabilecek konumda olan kilise Nessebar’ın en iyi korunmuş olan kiliselerinden biridir. Özellikle kesme taş ve kullanılan motifli  yapısı ile dikkat çekmekte. Sanki bir dantel gibi işlenen dış cephesi çeşitli tuğla motifleri içermektedir.  Adını Paraskeva isimli genç bir kızdan almaktadır. Rivayete göre  Trakyalı zengin bir ailenin kızı olan Paraskeva ailesinin tüm zenginliğini bırakıp kendini fakirlere yardıma ve Hristiyanlığa adamıştır. Çok genç bir yaşta hayatını kaybetmiştir.

“Karadeniz’in İncisi” olarak da nitelendirilen Nessebar’da kısa bir süre geçirip otobüsümüze geri dönüyoruz.

Şehri turlayıp ülkemize dönmek üzere dönüş yolculuğumuza başlıyoruz. Hadi bakalım ver elini Kırklareli-Dereköy sınır kapısı.

Yaklaşık 3.5 saat süren yolculuk sonrası sınıra 1 km kala Bulgaristan’ın Malko Tarnovo Sınır Kapısı’nda sıraya girdik. Henüz karşıda Dereköy sınır kapısı görünmüyor.

Bayram tatili dönüşü olduğu için sıra oldukça uzundu.  Otobüsler ayrı arabalar ayrı sırada duruyorlardı. Otobüs şoförü motoru çalıştırıyor adım-adım 2-3 metre ilerledikten sonra tekrar istop ediyorduk. Sıra ilerlemiyor. O sırada arkada duran Bulgar otobüsü önümüze geçmeye çalışıyor bizim şoföründe sesi çıkmadan ona yol veriyor olduğunu hissettik. Hemen yolcular olarak aşağıya inip duruma müdahale ettik. Düşünün bir kere yaklaşık 2 saatlik bir beklemenin ardından kapıya ulaşmışız. Bir otobüs önümüze geçse içindeki 45 yolcunun pasaport işlemleri, indi-bindi durumları bize 1 saat daha kaybettirecek. Yağma yok. Tabi ki geçirtmedik.

Dereköy Sınır kapısında “Hoş geldiniz” yazısını görmek güzel bir gezi gerçekleştirmiş olsak bile bizi duygulandırdı. Pasaportlarımıza giriş damgası vurulduktan sonra gümrük görevlileri otobüsün bagajını açtırdı. Valizlerin içinden şansa seçtikleri 5-6 valizi açtırdı. O kadar beklemenin ardından bir de valiz aç kapa ayrı yorgunluk ama neyse burada şansın ilk kez bize vurmadığına sevindik. Valizler kontrol edildikten sonra yolumuza devam ettik. Bir yolculuğu daha bitirmenin mutluluğu ile her yolculuk sonrası söylediğimiz sloganımzı tekrarladık. “Bunu da geçmişimizin derinliklerine gönderdik”.