Doğu Anadolu Turumuzun ikinci durağı Erzurum’da konaklayacağımız otelimize geliyoruz. Erzurum deyince dadaşlar, evliyalar, lapa lapa yağan kar, çatılardan sarkan buzlar yani tabir doğruysa bitmeyen kışı ve soğuğu gelir. Erzurum’un soğuğu denince en ilginç yorumu Evliya Çelebi yapmış. Evliya Çelebi “Damdan dama atlarken kedinin boşlukta donduğunu ancak 8 ay sonra Nevruz geldiğinde kedinin donu çözülüp mırnav diyerek yere düştüğünü” anlatır. Erzurum’un soğuğu için Ere zulüm Erzurum der ve ekler “ben Erzurum’da on bir ay yirmi dokuz gün kaldım, yaz görmedim”
Aslında yazılarımızda kaldığımız otellerden çok söz etmeyiz. Sadece bizi çok etkileyen otelleri sizinle paylaşırız. İşte konakladığımız Sway Hotels Xanadu-Snow White bizi etkileyen otellerden birisi.
Xanadu Otel Palandöken’de bulunan aslında kış oteli. Kışın Palandöken’in karlarında kayak yapmak isteyenler ve kışın tadını çıkarmak isteyenler için bulunmaz bir yer. Erzurum’a uçakla geldiğinizde sizi hava alanından ücretsiz olarak otele transfer etmeleri muhteşem.
Biz turla ve yaz döneminde gittiğimiz için bu imkanları göremedik. Biz de otelin spa ve havuzlarından yararlandık. Çok güzeldi. Kış dönemi ayrı yaz dönemi ayrı güzel. Sadece 1 gece konakladığımız otelde karşılama anından otelden ayrılana kadar elemanlar çok güler yüzlü ve yardımsever.
Odalar oldukça temiz ve çok geniş. Oda+kahvaltı konsepti ile kaldığımız otelde yeme ve içme çok kaliteli. Çocukların çok eğlenip rahat ettiği çocuk kulübü var.
Kısacası bugüne kadar yurt dışı ve yurt içinde gördüğümüz otellerin en iyilerinden birisi. Üst düzey bir otel olan Xanadu için daha fazla bilgi burada.
Videolar You Tube Kanalımızda. Kanalımıza abone olmayı unutmayın. Bizi Instagram hesabımızdan takip edebilirsiniz.
Erzurum Tabyaları
Otelimizde güzel bir kahvaltı sonrasında ilk olarak tarihimizde çok önemli yeri olan Erzurum Tabyalarını görmeye gidiyoruz. Erzurum Tabyalarının tarihi oldukça eskidir. En çok bilinenleri Aziziye ve Mecidiye Tabyalarıdır. Aziziye Tabyası büyük bir kahramanlık göstergesi olup büyük kahraman Nene Hatun’un mezarı da buradadır.
Rusların Osmanlı İmparatorluğuna karşı başlattıkları savaşta Erzurum şehrini savunma amaçlı tabyalar yapılmıştır. Kale savunma sisteminin topla yapılan saldırılara karşı yetersiz kalması nedeniyle şehrin çevresinde çok tabyalar yapılmıştır.
Aziziye Tabyası; Erzurum’un 10 km kuzeydoğusunda 93 Harbi olarak bilinen 1877 – 1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın yaşandığı Top Dağı’ndaki Aziziye Tabyalarında yaklaşık 500 kişi şehit olmuştur. Tabya Kars yolunun geçtiği Hamam Deresi’ni tutmak amacıyla yapılmıştır.
Mecidiye Tabyası, doğudaki Yanık Deresi ve kuzeydeki Gürcü Boğazı’ndan gelecek düşman saldırılarını engellemek için inşa edilmiştir.
Tabyaların tamamı taştan inşa edilirken, mimari üsluptan ziyade sağlamlık ve kullanım esasları ön plana çıkartılmıştır. Yan yana odalardan meydana gelen tabyaların, üzerileri kalın bir toprak tabakasıyla örtülmüştür. Düşmanın geleceği yönün öteki tarafında askerlerin toplantı avlularına, depo, revir, gibi bölümlere yer verilmiştir.
Tabyaların en geniş bölümünde kışla odaları bulunurken, bunlar birbirleri ile bağlantılı dikdörtgen şekilde inşa edilmiştir. Odaların genişlikleri 3-4 m derinlikleri 6-14.5 m’dir. Çoğunlukla tek katlı olan kışla odalarının bazıları yer kazanmak amacıyla ahşap kalaslarla ikiye bölünmüş ve iki katlı hale getirilmiştir.
Aziziye Tabyası’ndaki 1952 yılında dikilen Aziziye Şehitleri Anıtı 3.Ordu Komutanı Orgeneral Nurettin Baransel tarafından yaptırılmıştır. Bu anıt 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nın anısına dikilmiştir. Anıtın üzerinde “Bu gelinlik genç kızlar, ihtiyar erkekler ve nineler, kendi namusları ve Türk milletinin şan-ü şerefi için can verdiler, dövüştüler ve öldüler. Şimdi Türk milletinin kalbinde yaşıyorlar. 1877-1952” yazılıdır.
Anıtın sağında dört temsili mezar görürsünüz. Bunlar asker, gençler, kızlar ve ihtiyarlar için yapılan sembolik mezarlardır.
Anıtın hemen arkasında savaşın ve Aziziye şehitlerinin anısını anlatan kabartmalar yer alır.
Aziziye Tabyası denilince akla ilk gelenlerden Nene Hatun’un mezarı da anıtın hemen arkasında yer alır. Mezarın üzerindeki plakada “1877 Osmanlı-Rus harbinde Türk kadınının savaşçılık ruh ve asaletini dünyaya tanıtan kahraman Türk anası Nene Hatun ruhuna Fatiha. Vefatı 22 Mayıs 1957” yazılıdır.
Videolar You Tube Kanalımızda. Kanalımıza abone olmayı unutmayın. Bizi Instagram hesabımızdan takip edebilirsiniz.
Peki kimdir Nene Hatun? 93 Harbinde neden özellikle ondan bahsedilir. Hem tabyaları gezelim hem de Kahraman Türk Kadını Nene Hatun’u tekrar hatırlayalım. Nene hatun üç aylık çocuğunu beşikte bırakıp Rus işgaline karşı savunmaya katılan kahraman Türk kadını.
Nene hatun 1857 yılında Erzurum’da dünyaya gelmiş 16 yaşında köyünden Mehmet Efendi ile evlenmiş. Aziziye Savunması sırasında henüz 20 yaşında olan Nene Hatun’un eşi cephede savaşırken cepheden yaralı olarak gelen abisi kollarında vefat etmişti. İki çocuğundan kızı beşikte henüz üç aylık bir bebek, oğlu ise ondan biraz daha büyüktü. Nene hatun 8 Kasım 1877 gecesi “Moskova askeri Aziziye Tabyası’nı ele geçirdi” haberinin Erzurum’da sabah ezanında minarelerden duyurulması üzerine beşikteki çocuğunu emzirip “Seni bana Allah verdi. Ben de Ona emanet ediyorum.” diyerek ölen ağabeyinin tüfeğini alarak sokağa fırlamış.
Osmanlı askerine yardım için taş ve sopalarla mücadeleye giren şehir halkına katılmış, gösterdiği yararlılıklar sonucu efsaneleşmiştir. Nene Hatun ve ailesi savaştan sonra Erzurum’a yerleşti ve 1934 yılında çıkan Soyadı Kanunu’yla Kırkgöz soyadını aldı ama o hafızalarda hep Nene Hatun olarak kaldı.
Türk Kadınlar Birliği tarafından 1955 yılında “Yılın Annesi” seçildi ve Türkiye’de “Yılın Annesi” unvanı verilmiş ilk kadın oldu. Nene Hatun, 22 Mayıs 1955 tarihinde zatürreden 98 yaşında hayatını kaybetti.
Tabyalardan ayrılırken yaşananları düşünerek, tarihimizde ki önemli yerini tekrar hatırlayarak çok duygulandık ve bu duygu yükü içerisinde tarihimizde bir devrin başladığı,. Kurtuluş Savaşının şekillendiği Kongre Binasına uzanıyoruz.
Kongre Binası
Erzurum Kongresi, 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında bu binada yapılmıştır.
Bu binada gezerken unutmadığımız her zaman aklımızda olan tarihimizin en önemli olayını içimizde hissetmek bizi çok duygulandırdı.Bir devrin başladığı yer burası… Kazım Karabekir Paşa’nın Atatürk’e “Ordum ve ben emrinizdeyim” dediği yer burası.
Bağımsızlık Mücadelesini derinden hissettiğimiz yer burası. Milli Mücadele’nin dönüm noktalarının kilometre taşlarından bir yer burası. Her ne kadar tadilatta olduğu için odalarını gezemesek de bu günlere nasıl geldiğimizi gösteren bir yer burası.
Bizlere kurtuluşumuzu armağan eden Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarını saygıyla, özlemle, minnetle anıyoruz.
Videolar You Tube Kanalımızda. Kanalımıza abone olmayı unutmayın. Bizi Instagram hesabımızdan takip edebilirsiniz.
Üç Kümbetler
Tabyalardan bulunan 12. yüzyıl ile 14. yüzyıl tarihleri arasında yapıldıkları düşünülen Üç Kümbetler’e geldik. Üç Kümbetler Anadolu’da bulunan anıt mezarların en güzel örnekleri arasında yer almaktadır. Devlet adamlarının ya da alimlerin mezar, türbe mimarisindeki önemli yapılardandır.
Üç Kümbetler’in biçim ve tarzları birbirinden farklı özellikler taşımaktadır. Çatı kısımlarının benzerliği dönem içerisinde yaşamış Devlet adamları adına yapılmış anıt mezar olabilir.
Kümbetlerden en büyüğü Emir Saltuk adına 12. yy’da yapılmış diğer kümbetler hakkında çok bilgi yoktur.
Emir Saltuk Kümbeti sekizgen gövdeli, üzeri kubbe ile konik karışımı basık bir yapıdadır. yapılmıştır. Kümbet iki renkli kesme taşlarla yapılmış, kümbetin üçgen alınlıkları kısmında boğa, yılan, yarasa, kartal gibi hayvan kabartmaları bulunmaktadır.
Emir Saltuk Kümbeti’nin güneydoğusunda bulunan ikinci kümbetin alt kısmı, kare planlı ve on iki cephelidir. Bu kümbet gri renkte bir taştan yapılmıştır. Üstte bir küçük, altta ise bezemeli üç büyük penceresi bulunmaktadır. Bu kümbetin güney cephesindeki penceresi aynı zamanda mihrap görünümündedir. İkinci kümbete 4 metre uzaklıktaki üçüncü kümbet on iki cepheli ve dört pencerelidir.
“Üç Kümbetler’in yanında bulunan diğer yapının mahiyeti anlaşılamamış. Bunun da kümbet olduğu ileri sürülmüşse de bazılarına göre de bir mescittir.
Ulu (Atabey) Cami
Ulu Cami; Saltuklu Emiri Nasreddin Aslan Mehmet tarafından 1179 yılında yaptırılmıştır. Saltuklular’ın “Atabey” isminden dolayı buraya “Atabey Camisi” de denmektedir.
Caminin içerisinde toplam 47 sütun bulunmaktadır. Kırlangıç kubbeyi taşıyan dört sütuna “fil ayağı” denir. Kıble yönündeki iki fil ayağının en üst kısımlarında bulunan yuvarlak iki pencere de “fil gözü” diye adlandırılır. Fil gözü pencerelerden sol taraftaki güney-doğuya, sağ taraftaki ise güney-batıya meyilli olup, gökyüzüne doğru bir bakış açısı oluşturmaktadırlar. Bu pencereler Caminin içerisine adeta birer aydınlatma projektörü gibi ışık saçarlar.
Caminin kıble duvarında 3 mihrap bulunmakta ki Türkiye alışılan bir mimari olmayan bu durum, orta bulunan ana mihrapta namaz kıldıran imam efendinin sesinin diğer kısımlara daha rahat duyurulmasını sağlamak amacıyla yapılmıştır.
Caminin ilk yapımındaki mihrap duvarı kemerler üzerine bir kubbe ile örtülmüştür. “Kırlangıç Kubbe” denilen, bindirme şeklinde inşa edilmiş bu kubbenin yapıldığı günden beri orijinal halindedir. Kırlangıç kubbe, cami içindeki nemi alır, havalandırılmasını sağlar, yaz ve kış rahatsız edici kokuları önler, doğal klima özelliğine sahiptir.
Doğudaki birinci kapısının iki yanında birer mihrapçık bulunan yapının, 1860 yılında yapılan onarım kitabesi de burada yer almaktadır.
Caminin ahşap mimberlerin çok zarif ve ince işlemeleri göz alıcı.
Manevi huzur bulacağınız, içeri girdiğinizde gerçekten rahatlama hissedeceğiniz çok güzel bir yer.
Videolar You Tube Kanalımızda. Kanalımıza abone olmayı unutmayın. Bizi Instagram hesabımızdan takip edebilirsiniz.
Çifte Minareli Medrese
Çifte Minareli Medrese (Hatuniye Medresesi) Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad’ın kızı Hüdavent Hatun tarafından 1253 yılında yaptırılmış olmasından dolayı “Hatuniye Medresesi” olarak da adlandırılır. Her biri 26 m yüksekliğinde rengarenk çinilerle süslü çift minare, bu tarihi esere isim olmuştur. Maalesef restorasyonda olmasından dolayı içerisini göremediğimiz avlusu 2 katlı, 4 eyvanlı olup, 37 oda ve bir camiye sahip.
Çifte minare ile ilgili efsane ise şöyle; hikaye medresenin inşasında görevli bir usta ile çırağı arasında geçen bir olay olup günümüze kadar gelmiştir. Çifte minarelerin biri usta biri de çırağı tarafından yapılmaktadır ve çırağın işi zaman geçtikçe ustasından daha gösterişli olmuştur. Ustanın yaptığı minare çırağının yaptığı minareye göre daha sade bir işçilikle devam etmektedir. Sadelikle çalışan usta çırağını birazcık kıskanmış ama herhangi bir laf da etmemiş. Çırak ise yaptığı işin farkına varıp gurura kapılmış ve ustasından daha iyi olduğuna inanmaya başlamış. Minareler yükseldikçe halk çırağın işine daha çok ilgi göstermiş.
Çırak o kadar çok kendini gurura kaptırmış ki çok sıcak bir günde ustasıyla minarelerde çalışırken ustasına seslenerek su istemiş ve bunu devam ettirmiş.
Bu hal karşısında gururu incinen usta; yüzyıllardır söylendiği şekilde; “Usta idim oldum şegirt, Al bardağı suya seğirt.” diye söyleyerek kendisini minareden aşağıya atmış. Bunu gören çırak ise hatasını fark edip, çok üzülerek “Ustam gitti ben ne dururum?” diyerek ustasının ardından o da kendini minareden aşağıya atmış. Fotoğraf: https://twitter. com/ erzurumlular25/status/
Çalışan işçiler bu olaya çok üzülmüşler ve işi yarım bırakarak gitmişler. Böylece minarelerin yapımı da yarım kalmış. O günden bugüne de tamamlanmamış.
Yakutiye Medresesi
Yakutiye Medresesi İlhanlı hükümdarı Olcaytu zamanında Emir Hoca Cemalettin Yakut tarafından 1310 yılında inşa ettirilmiştir. Günümüzde Türk İslâm Eserleri ve Etnografya Müzesi olarak kullanılmaktadır
Taş kapısı üzerindeki işlemeler muhteşem sanat eseridir.
Taç kapı ön cephenin tam ortasındadır.
Kesme taştan yapma iki silindirik istinat kulesi, medrese cephesinin her iki köşesine de yerleştirilmiştir.
Medresede batı cephenin ekseninde taçkapı, cephenin güneyinde kübik kaideli, silindirik gövdeli minare ile kuzey köşesinde aynı biçimsel özellikleri yansıtan silindirik külahlı köşe kulesi yer alır.
Özellikle taçkapının yan kanatlarında bulunan kademeli kaval silmelerle biçimlendirilen sivri kemerli yüzeysel nişlerin içinde bir su kaynağından, vazodan çıkarcasına betimlenmiş hayat ağacı, altında karşılıklı iki aslan figürü, üzerinde çift başlı kartal figürleri İslam ikonografisi açısından önem taşır. Ajurlu bir küreden çıkan hurma yaprakları, iki pars ve kartal figürlerinden oluşan hayat ağacı, Orta Asya Türklerinin önemli simgelerini bir araya getirmektedir
Ayrıca minare gövdesinde sırlı (firuze ve patlıcan moru renkte) ve sırsız tuğlalarla oluşturulan geometrik süslemeler görülür.
Tarihi Erzurum Evleri
Geçmişi 100 yıl öncesine dayanan Erzurum Evleri bir grup evden oluşan Erzurum’un ve doğu kültürünün önemli bir sembolü haline gelmiş tarihi yapılardır.
Erzurum evlerinin büyük çoğunluğu savaşlar, yangınlar ve yeni inşaatlar nedeniyle yok olmuştur.
Günümüzde Tarihi Erzurum Evleri restore edilerek turizme kazandırılmış. Erzurum evlerini o kadar iyi yansıtmışlar ve o kadar iyi korumuşlar ki gezerken kendinizi tarihin içinde hissedeceğiniz bir başka muhteşem mekan.
Erzurum evleri odalar halinde bölünmüş ve her odada gelenekler çok iyi canlandırılmış gezerken anılarınızdan mutlaka bir şeyler bulabileceğiniz huzur dolu bir ortam.
Tarihi dokuyu hissederken kafe ve restoranlarında bir şeyler atıştırıp canlı müziği dinleyebilirsiniz.
Erzurum evlerinde gezdikten sonra bahçede ki kocaman semaverden bir bardak çay içmeyi ve dinlenmeyi de ihmal etmeyin.
Rüstem Paşa Bedesteni (Taşhan)
Erzurum şehir merkezinde Menderes Caddesi üzerinde bulunan Bedesten 1561 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı Rüstem Paşa tarafından inşa ettirilmiştir. Günümüzde bedestende genellikle oltu taşı satıcıları görülür.
Taşhan sonrası Menderes Caddesinde yürüyoruz.
Erzurum’a gelince eğer vaktiniz varsa mutlaka Tortum Şelalesini görmeye gidin. Haydi biz gidiyoruz.
Tortum Şelalesi
Tortum Şelalesi’ni herkes doğal olarak Tortum ilçesinde düşünür ama şelale 1987 yılından sonra Erzurum’un Uzundere ilçesine bağlanmıştır. Biz yine de alışkanlıklarımızdan yola çıkalım. Şelale Tortum İlçe merkezine 20 km mesafededir. (Uzundere ilçesine 16 km mesafede). Erzurum merkezde iseniz Tortum’a gelmek için yaklaşık 45 km yolunuz var. Sonra 20 km daha geleceksiniz. Yani yaklaşık Erzurum’dan 1 saatlik yolunuz var. Araba ile gelmezseniz Erzurum’da Doğu Semt Garajından Uzundere dolmuşlarına binerek şelaleye ulaşabilirsiniz.
Tortum Şelalesi Tortum Gölü’nün Tev Vadisi’ndeki heyelan kütlesini aşarak dökülmesiyle oluşmuştur. Genişliği 21 m, yüksekliği 48 m’dir. Tortum Şelalesine yöre halkı Sudökülen ismini vermiş.
Şelaleye geldiğinizde yakınına kadar inmek için merdivenleri dikkatlice inin. Şelalenin altına kadar inip diğer taraftaki merdivenleri takip ederek yukarıya çıkabilirsiniz. Bir rivayete göre; Tortum Şelalesi izleme merdivenlerini şelale tarafından inip, elektrik santrali tarafından çıkanlarda nefes darlığı ve kalp rahatsızlıkları görülmüyormuş.
Şelalenin önünde yer alan izleme balkonu her zaman ziyaretçilerin akınına uğrar ve çok kalabalıktır. Eğer bahar aylarında şelaleye geldiyseniz balkonda biraz ıslanmaya razı olun.
Tortum Şelalesi doğa ile iç içe olduğunuz, mükemmel manzaralara sahip ve çok güzel fotoğraf alabileceğiniz, mesire alanında piknik yapabileceğiniz ve çayınızı yudumlayıp dinlenebileceğiniz huzur dolu bir ortam.
Şelaleye giriş ücretlidir. Her gün saat 09.00-18.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir.
Erzurum’da panaromik tur yaparak Kars’a doğru yola çıkıyoruz.
Çobandede Köprüsü
Çobandede Köprüsü Tarihi İpek Yolu güzergâhında inşa edilmiştir. Kars’a doğru giderken Pasinler’i geçerken gördüğümüz köprü İlhanlı Hükümdarı Gazan Han’ın Veziri Salduzlu Emir Çoban Noyin tarafından 1298 yılında yaptırılmıştır. Karga Pazarı ve Aras nehirlerinin birleştiği yerde bulunan köprü 128 m uzunluğunda, 8.5 m genişliğindedir. Yedi yuvarlak kemerli gözden oluşan köprünün ilk gözü son yıllarda yapılan onarım sırasında kapatılmıştır. Günümüzde koruma altına alındığından köprü kullanılmamaktadır.
Çobandede Köprüsü hakkında 9 efsane vardır. Biz efsaneleri sizinle paylaşmayı çok severiz. Bunlardan birkaç tanesi şöyle;
Efsaneye göre; çok eskilerde burada bir çoban yaşarmış. Bir ejderha çobanın sürüsüne musallat olmuş ve her geldiğinde 1-2 koyunu alıp götürüyormuş. Günler sonra azalan sürüsüne üzülen çoban Ejderha ile başa çıkamayacağını anlar ve Allah’a yalvararak ejderhadan kurtulmak için onu taşa çevirmesini ve buna karşılık ona koç kurban edeceğini söylemiş. Allah çobanın bu duasını kabul etmiş, ejderha taş kesilmiş fakat çoban söz verdiği koçu kurban etmemiş. Bunun üzerine çoban sürüsü ile birlikte taş kesilir. Şu anda çobana, ejderhaya ve koyunlara benzeyen taşlar bir arada bulunmaktadırlar.
Videolar You Tube Kanalımızda. Kanalımıza abone olmayı unutmayın. Bizi Instagram hesabımızdan takip edebilirsiniz.
Diğer bir efsaneye göre; hikaye Osmanlı Dönemi’nde geçmektedir. Yavuz Sultan Selim, İran seferine giderken ordu Aras Nehri’nin bu bölümünden geçemez. Padişah askerin geçebilmesi için oraya bir köprü yapılmasını emreder. Ancak bir türlü köprünün ayağının temelini tutturamazlar. Köprü ayağı için nereye temel attılarsa temel tutmaz. Çok yer denerler ama başarılı olamazlar. Orada, Allah’ın ermiş bir kulu olan Çoban Dede de koyun otlatmaktadır. Bakar ki padişahın askerleri köprünün ayağını tutturamıyorlar, askerlerin yanına gider ve onlara: “Şimdi asamı atacağım. Asa nereye düşerse köprünün ayak temelini oraya atın” der ve elindeki asasını fırlatır. Asa köprünün olduğu yere düşer. Askerler köprünün ayak temelini asanın düştüğü yere atarlar, bakarlar ki temel tutmuş. Çoban Dedeye bakarlar, ama Çoban Dedeyi bulmak ne mümkün. Allah’ın o veli kulu sır olmuştur. Köprü inşaa edilir ve asker üzerinden geçer.
Erzurum’da ne yenir?
Erzurum’da yenecek o kadar çok şey var ki. Erzurum tam bir gastronomi şehri. Cağ kebabı, Şalgam Dolması, Kadayıf Dolması, Lor Dolması, Aşotu Çorbası sayabildiklerimizden bazıları. Ammmaaaa Erzurum’a gelip de cağ kebabı ve kadayıf dolması yenmeden gidilmez.
Cağ kebabı ilk bakışta bizim bildiğimiz dönerin yatmış hali gibi duruyor. Zaten yatık döner diyen de çok fazla. Tabi olay bu kadar basit değilmiş. İçindeki kuzu ve oğlak et karışımı, pişirme tekniği ve terbiyelenmesinde farklılıklar çok fazlaymış.
Genellikle odun ateşinde yatay olarak pişirilen et daha sonra cağ adı verilen şişlere takılarak ikinci bir pişirilme aşaması geçiriyor ve tabaklara bu şekilde servis ediliyor. Eğer siz yeter demezseniz tabağınızdaki cağ bittikçe yenisini getiriyorlar, fiyat da cağ başına geliyor unutmayın.
Erzurum’da yenir kadayıf dolmasının hası. Böyle der Erzurum’un yerli halkı. Erzurum mutfağından Türkiye’ye yayılan tatlı tel kadayıfın içine ceviz sarılıp yumurtaya bulanarak tavada kızartıldıktan sonra şerbetlenerek elde edilir.
Yöresel ürünler yemek için güzel mekanlardan Tarihi Çifteler Konağı Çifte Minareli Medrese yanında yer alır.
Yorum Bulunamadı